8 Mart 2016 Salı

Cennetleri Mühürlemeliyim (ISSTH) - Bölüm 1

Bölüm 1 - Mektepli Meng Hao

Zhao Eyaleti, gerçekten küçük bir devletti. Nanshan Kıtasındaki diğer küçük devletler gibi, vatandaşlar, Doğu Topraklarındaki Büyük Tang Devletine ve onun başkenti Chang'an'a hayranlık duyuyorlardı. Bu hayranlığı etrafa yayan yalnızca kral değil, Zhao Eyaletindeki tüm mekteplilerdi. Sanki çok uzaklardaki Tang Kulesi'nin tepesindeymiş gibi etrafı gördüklerini hissederlerdi.

Bu yıl Nisan ayı ne aşırı soğuk, ne de cehennem sıcağıydı. Kuzey Çölü'ndeki Qiang Di flütlerinden geçip, Büyük Tang topraklarını aşıp gelen hafif rüzgar nazikçe okşadı toprağı. Alacakaranlık göğün altında, sis gibi kesif tozları havalandırıp, dönerek, bükülerek Zhao Eyaleti'nin Daqing Dağı'na ulaştı. Sonra, dağın tepesinde oturmuş genç adamın üzerine çöktü.

Elinde sukabağı testisi tutan, mavi mektepli cübbesi giyen, zayıf bir delikanlıydı. Onbeş - onaltı yaşlarında gösteriyordu. Uzun değildi ve teni biraz koyuydu, lakin gözleri zeka ile parıldamaktaydı. Gene de tüm zekası sanki yüzündeki somurtunun arkasına gizlenmiş gibiydi. Kayıp görünüyordu.

"Gene başarısızlık..." İç geçirdi. İsmi Meng Hao'ydu, dağın yamacındaki Yunjie Kasabası'ndan ortalama bir öğrenciydi. Ailesi, yıllar önce kaybolmuştu ve arkalarında mal varlığı adına pek bir şey bırakmamışlardı. Öğrenim pahalıydı ve kendisi neredeyse tamamen çulsuzdu.

"İmparatorluk sınavlarına ard arda üç kez girdim. Her seferinde bilgelerin elinden çıkma kitapları yalayıp yuttum. Belki de bu yol gerçekten benimki değildir." İç çatışması yaşarken, kasvetli gözlerini ellerindeki testiye dikti.

"Memur olup zenginliğe ulaşma hayallerim uzaklaşmaya devam ediyor. Büyük Tang'e gitmeyi unutsam da olur bu halimle. Ne kadar da işe yaramaz bir öğrenciyim." Acı acı güldü. Sessiz dağın tepesinde oturup, elindeki testiye gözlerini dikmişken gittikçe daha da kayıp göründü. Korkuyu hissetmeye başlamıştı. Gelecekte ne yapacaktı? Nerelere gidecekti?

Belki yüksek makamdan bir memur onu yanına alırdı, ya da genç ve güzel bir hizmetçi kız. Yoksa her yıl sınavları almaya devam mı ederdi?

Bu soruların yanıtı yoktu. Daha ergenliğindeyken, bu kaybolmuşluk hissi sanki kocaman bir ağızmış gibi onu yutuyordu. Gerçek dehşeti hissediyordu.

"Şehirdeki öğretmenler bile birkaç gümüş anca kazanıyor. Kazançları, Wang Amcanın marangoz dükkanından bile daha düşük. Bunu daha önce fark etseydim, Wang amcadan marangozluk öğrenirdim. En azından şu anki gibi açlık çekmezdim." Bir süreliğine sessizleşti.

"Evde yemek de yok para da. Kahya Zhou'ya da 3 parça gümüş borcum var. Ne yapacağım ben?" Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı, mavi ve engin. O kadar büyüktü ki sonunu göremezdiniz. Aynı Meng Hao'nun geleceğini göremediği gibi.

Bir süre sonra Meng Hao kafasını salladı ve cübbesinden bir parça kağıt çıkarttı. Dikkatlice okuyup, testinin içine yerleştirdi, sonra da ayağa kalkıp testiyi dağın zirvesinden aşağıya fırlattı.

Dağın eteklerinde akan ve kışın bile donmayan bir nehir vardı ve söylentiler bu nehrin Büyük Tang'e kadar aktığı yönündeydi.

Dağın tepesinde ayakta dikilen Meng Hao, testinin yavaşça uzağa ve daha uzağa sürüklenişini izledi. Gözlerini kırpmadan bakarken, annesinin ve çocukluğunda yaşadığı mutlulukların anlık parçalarını gördü. Testi, hayallerini, dileklerini ve geleceğe dair umutlarını taşıyordu. Belki bir gün biri testiyi bulup açar ve kağıdı okurdu.

"Okusam da çalışsam da bir şekilde hayatta kalacağım." Onun kişiliği böyleydi: zeki ve kararlı. Böyle olmasaydı, ailesinin yokluğunda bu kadar uzun süre hayatta kalamazdı.

Başını göğe çevirdi ve gözlerindeki inat daha da derinleşti. Aşağı inmek için yola koyulacaktı.

Tam o anda, yakındaki bir yamaçtan gelen sesi duydu. Ses rüzgar tarafından taşınmış gibiydi. Meng Hao'ya ulaşan kısmı ise gerçekten zor fark ediliyordu.

"İmdat... imdat..."

Meng Hao durakladı ve şaşkın bir şekilde daha dikkatli dinledi. Konsantre oldukça, yardım çağıran ses de güçlendi.

"İmdat..."

Yamacın kenarına ulaşana kadar birkaç adım yürüdü. Kafasını aşağı doğru uzattığında, vücudu biraz aşağıdaki bir çıkıntıdan yarı yarıya sarkan birisini gördü. Korkudan ve çaresizlikten bembeyaz yüzüyle tekrar yardım istedi.

"Sen... Meng Hao'sun değil mi? Lütfen, Mektepli Meng! Yardım et!" O da bir delikanlıydı. Meng Hao'yu görür görmez çocuğun suratında şaşkınlık ve mutluluk belirdi, çaresizliğin dibine vurmuşken gelen ani umut.

"Wang Youcai?" Genç delikanlıyı tanıyınca Meng Hao'nun gözleri kocaman açıldı. Kasabadaki marangoz dükkanının sahibi Wang Amcanın oğluydu bu. "Nasıl düştün oraya?"

Meng Hao çıkıntıyı inceledi. Yamaç sarptı ve aşağı inmek imkansız görünüyordu. En ufak dikkatsizlik, deneyeni nehre kadar yuvarlayabilirdi.

Ne kadar hızlı aktığı hesaba katıldığında, dereye düşen birinin ölme ihtimali yüzde doksan sayılırdı.

"Yalnız değilim, komşu kasabalardan da çocuklar var," Wang Youcai heyecandan yerinde duramıyordu. "Hepimiz burada sıkıştık kaldık. Meng Kardeş, muhabbeti bıraksak da bizi buradan çıkariversen." Belki de çıkıntıdan fazla uzun zamandır dışarı sarkıyordu. Ellerini yukarıya doğru uzattı, gömleğinden tutan diğerleri olmasa çoktan kayıp düşmüş olurdu. Yüzü korkudan bembeyaz olmuştu.

Meng Hao tehlikeyi fark etti. Lakin bugün dağa tek başına tırmanmıştı ve yanında halat getirmemişti. Nasıl birini kurtarabilirdi ki? O sırada etrafını kolaçan etti ve dağın bir kısmının sarmaşıklarla kaplı olduğunu gördü.

Dikkatlice baktığı için yeterince uzun bir sarmaşık bulması iki saat kadar sürdü. Nefes nefese bir şekilde sarmaşığı yamacın kenarına sürükledi. Wang'ın ismini seslendi ve sarmaşığı yamaçtan aşağı sarkıttı.

"Bana hala oraya nasıl indiğinizi söylemedin," Dedi Meng Hao sarmaşığı sarkıtırken.

"Uçarak!" Kelimeler Wang Youcai'nin ağzından değil, çıkıntıda sıkışmış diğer bir genç adamın ağzından çıkmıştı.

"Saçmalık! Sen mi uçuyorsun?" Meng Hao dalga geçerken aynı zamanda sarmaşığı biraz yukarı çekti. "Eğer uçabiliyorsan neden buraya uça uça gelmiyorsun?"

"Sen onu dinleme," Dedi Wang Youcai, belli ki Meng Hao'nun sarmaşığı aşağı sarkıtmayacağından korkuyordu. "Uçan bir kadın tarafından yakalandık. Bizi hizmetçi olmamız için bir cemiyete götüreceğini söyledi."

"Daha fazla saçmalık mı?" Dedi Meng Hao ilgisizce. "Sadece efsanelerdeki Ölümsüzler bunu yapabilir. Böyle şeylere inananlar kaldı mı?" Okuduğu kitaplarda, Ölümsüzlerle tanıştıktan sonra zengin olan insanların hikayeleri de vardı fakat hepsi ona göre asılsızdı.

Sarmaşık, çıkıntıya ulaşır ulaşmaz Wang onu yakaladı. Ama tam o sırada Meng Hao sırtında soğuk bir esinti hissetti. Etrafındaki hava sanki kış gelmiş gibiydi. Soğuktan titredi. Yavaşça arkasına döndü ve çığlık atarak yamaçtan aşağı, boşluğa kendini attı.

Soluk yüzlü ve uzun gümüş rengi cübbeli bir kadının, onu izlediğini görmüştü. Yaşını tahmin etmek imkansızdı. Tarif edilemez bir güzelliği vardı fakat mezarından yeni çıkmışçasına bir soğukluk yayıyordu etrafına.

"Belirli kalitede, belirli şeyler bulursun bazen ve bu kaderdir."

Ses kulaklarına ulaştığında sanki birbirine çarpan kemikler duymuş gibi hissetti. Bu kadın garip bir güce sahip gibi görünüyordu ve Meng Hao kadının gözlerine baktığında, tüm vücudunun buz kestiğini, sanki kalbinin derinliklerine kadar çıplak kaldığını hissetti. Sanki bu kadından hiçbir şey saklanamazmış gibi.

Sözcükleri hala havada salınırken, kadın cübbesinin geniş yenini salladı ve aniden yeşilimsi bir rüzgar gürleyerek Meng Hao'yu aldı. Yamaçtan aşağıya kadınla birlikte süzüldü. Zihni ise boşalmıştı.

Çıkıntıya ulaştıklarında, kadın elini savurdu ve Meng Hao'yu çıkıntıya fırlattı. Kendisi ise, tıpkı yeşil rüzgar gibi havada hareketsizce asılı kaldı. Wang ve diğer üç arkadaşı çıkıntıdan içeri korkuyla süründü.

Kadın öylece durdu, sessizce. Kafasını kaldırdı ve yukarıdan sarkan sarmaşığa baktı.

Meng Hao o kadar ürkmüştü ki titremeye başladı. Ayağa kalkıp, hızlıca etrafa bakındı. Çıkıntı çok geniş sayılmazdı, hatta dardı bile. Sadece birkaç kişi olmalarına rağmen hareket edecek fazla alan yoktu.

Wang'a ve diğer iki arkadaşına baktı. Biri, konuşan zeki çocuktu, diğeri ise temiz ve etli butluydu. İkisi de korkudan her an ağlayacakmış gibi titriyorlardı.

"Bir kişi eksiğim vardı," dedi soluk yüzlü kadın. Sarmaşıktan, Meng Hao'ya çevirmişti bakışlarını. "Seni de ekleyince tam oldu."

"Sen kimsin" diye sordu Meng Hao, korkusunu saklayarak. Eğitimli bir insandı ve güçlü bir kişiliği vardı. Dehşete düşmüş olduğu halde kendini kontrol etmeyi ve paniklememeyi başardı.

Kadın hiçbir şey söylemedi. Sağ elini kaldırıp salladı ve yeşil rüzgar yeniden hareketlendi.Tüm genç adamları kaldırdı ve kadınla birlikte çıkıntıdan dışarı uçmaya başladılar, gökyüzüne doğru. Gözden kayboldular. Arkada ise sadece Daqing Dağı kaldı, orada öylece, dimdik ve haşmetli, alacakaranlıkla bütünleşerek.

Meng Hao'nun yüzünden kan çekildi. Kendisini yeşilimsi rüzgarın içinde, gökyüzünü aşarken görebiliyordu. Yerin üzerinde uçarken, rüzgar ağzına girerek nefes almasını imkansızlaştırıyordu. Tek bir kelime canlandı zihninde.

"Ölümsüzler?" On nefes alacak kadar süre boyunca nefesini tuttu, daha fazla tutamayana kadar. Sonra ise bayıldı.

Gözlerini açtığında bir dağın ortasında, yeşil taşlarla döşenmiş düz bir alana indiklerini gördü. Bulutlar ve sis etrafta süzülüyordu, kesinlikle ölümlülerin dünyasından bir yer değildi. Etrafı çevreleyen dağların harikulade tepeleri gerçekten çok farklıydı.

Wang ve diğer gençler uyandı, korkmuş ve titreyerek. Arkası onlara dönük olan kadına baktılar.

Kadının önünde uzun yeşil cübbeler giyen iki Yetiştirici dikiliyordu. Yirmili yaşlarında görünüyorlardı. Çukur çukur gözleri ve insanı korkutan yeşil gözbebekleri vardı.

"İyi iş, Xu Abla," dedi içlerinden biri, dalkavukca. "Dört tane küçük, yetenekli bebek buldun."

"Hizmetli Bölümüne götürün bunları," dedi kadın soğuk bir sesle, Meng Hao ve diğerlerine bakmadan. Aniden kadının tüm vücudu değişim geçirdi, bir gökkuşağı olup dağlara doğru gözden kayboldu.

Şimdiye dek Meng Hao kendini toparlamıştı. Kadının kaybolduğu tarafa doğru boş bir şekilde bakıyordu. Onaltı yıldır yüzünde hiç belirmeyen bir ifade peyda oldu. Kanı kaynıyordu.

"Hizmetçi mi?" diye düşündü. "Eğer hizmet Ölümsüzlereyse, ödeme mutlaka iyidir." Artık bu insanların onu öldürmeyeceğinden emin olduğu için ayaklarını yere sağlamca bastı.

"Kız kardeş Xu, Ki Yoğunlaştırmada yedinci seviyeye ulaştı," dedi hoşnutsuz bir sesle, şimdiye kadar konuşmamış olan ikinci Yetiştirici. "Cemiyet ona bir Rüzgar Flaması hediye ettiğine göre, artık Temel Kurma seviyesine ulaşmamış olsa da uçabilecek." Meng Hao ve diğerlerine kibirli bir şekilde bakıyordu.

"Sen ve sen," dedi Wang ve diğer zeki çocuğu işaret ederek. "Güney Hizmetli Bölümüne gidiyoruz, beni takip edin."

"Burası neresi böyle?" diye sordu Wang, sesi ve vücudu, Ölümsüz onu parmağıyla gösterdiğinden beri titriyordu.

"İnanış Cemiyeti."

--

Cemiyet; "Sect" kelimesinin çevirisidir, türkçeye tam olarak çevirisini bulamadım fakat anlamı, dinle alakalı olan ya da olmayan bir amaçla toplanmış insan topluluğu. Klan gibi ama aile-kan bağı gerektirmeyen tarzı.
Yetiştirici; "Cultivator" kelimesinin çevirisidir, yine tam çevirisi mevcut değil. Bir meyve, sebze nasıl yetişip olgunlaşıyorsa, Çin kültürüne göre insan da kendisini aynı şekilde geliştirebilir. Doğup normal bir şekilde yaşamaktan farklı olarak içlerindeki enerjiyi manipüle ederek, geliştirerek insan doğasının sınırlandırıcılığından kurtulmaya çalışırlar.
Amca-Abla-Kız Kardeş gibi sıfatlar ise, kan bağı belirtmek için değil, yakınlık belirtmek için kullanılmıştır.
Zhao Eyaleti, Büyük Tang ve Chang'an, Çin tarihinden ünlü bölge ve şehir isimleridir.

5 yorum:

  1. Güzel çeviri,devamını bekliyoruz :))

    YanıtlaSil
  2. Ilk bölüm iyiydi çeviri de güzel tebrikler.

    Rar dosyası yapabilir misin çevirilerini?

    YanıtlaSil
  3. Olum elim ayağım titredi efsane bölümdü

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel bir çeviri ve efso hikaye. Kahvenin yanında neyin iyi gideceğini buldum sayende :)

    YanıtlaSil