20 Mart 2016 Pazar

Cennetleri Mühürlemeliyim (ISSTH) - Bölüm 2

Bölüm 2 - İnanış Cemiyeti

Nanshan Kıtasının güney ucunda, Zhao Eyaletinin sınırına yerleşmiş İnanış Cemiyeti, bir zamanlar "Dört Büyük Cemiyet" diye adlandırılan cemiyetlerden biriydi. Güney Bölgesinde hala ünlü olsa da, geçen yıllarla birlikte gözden düşmüş ve bir zamanlar sahip olduğu şan ve şöhret azalmıştı. Şu günlerde, Zhao Eyaletindeki diğer cemiyetlere göre düşük derecedeydi.

Aslında eskiden ismi İnanış Cemiyeti değildi. Bin yıl kadar önce, Güney Bölgesinde büyük olaylar gerçekleştiren bir yetiştirici ortaya çıkmıştı. Bu kişi kendini "Reis İnanış" diye tanımlamış ve cemiyetin ismini de buna göre, zorla değiştirmişti. Zhao Eyaletindeki diğer tüm cemiyetlere sırayla baskın vermiş ve değerli hazinelerini ele geçirerek uzun süre yenilmemişti.

Ama şimdi işler değişmişti. Reis İnanış neredeyse 400 yıldır ortalarda yoktu. Eğer canlı ya da ölü olup olmadığı kesinleşmemiş olmasaydı, diğer cemiyetler tarafından yok edilmiş olurlardı. Şanlı günleri geçip gitmişti. Zhao Eyaletindeki kaynak sıkıntısı ve diğer üç büyük cemiyetten gelen baskı sonucu, yeni üyeler için insan kaçırıp onları hizmetçi adı altında yetiştirmek zorunda kalmışlardı. Açık bir şekilde kapılarını cemiyete katılmak isteyenlere açamıyorlardı.

Meng Hao dağ zirvelerinin arasında uzanan dar bir yolda yeşil cübbeli adamı takip ediyordu. Çevresi garip taşlar ve değişik tipte ağaçlarla bahçemsi bir görüntüye sahipti. Bu güzelliklerin içinde, yeşim taşından çatılarıyla savurganca süslenmiş binalar, bulutları delip sisler içinde göğe uzanıyordu. Meng Hao her an iç geçiriyordu. Ne yazık ki yanındaki şişman genç, tüm bu süre boyunca sızlanmaya devam ederek ortamı bozuyordu.

"Bittim, gerçekten bittim... Eve gitmek istiyorum," diye homurdanıyordu, gözleri yaşlı bir şekilde. "Evde beni poğaçalar ve etler bekliyor. Lanet olsun. Aile topraklarının hakimi olup, birkaç cariyesi olan yaşlı ve zengin bir adam olarak yaşamak istiyorum. Hizmetçi olmak istemiyorum."

Yarım bardak çay içecek süre boyunca homurdanmaya devam etti, ta ki yeşil cübbeli adam dönene kadar. "Eğer tek bir kelime saçmalık daha duyarsam," dedi soğuk bir şekilde, "dilini kesip atarım."

Şişman genci bir titreme tuttu, gözleri korkuyla dolmuştu ve çenesini kapadı.

Bunu gördüğünde, Meng Hao ne kadar güzel bir duruma düşüp düşmediğini tekrar gözden geçirmeye başladı. Lakin inatçı bir yapıya sahipti, bu yüzden derin bir nefes alıp sessizliğini korudu.

Bir süre sonra, dağın tepesine çıkan yolu yarıladıklarında, sislerin içinde bir dizi düz yapı gördü Meng Hao.

Bu yapıların dışında, kenevirden cübbeler giyen yedi - sekiz genç adam oturuyordu. Bitkin düşmüş görünüyorlardı. Meng Hao ve diğerleri yaklaşırken, gençler tarafından fark edildiler, fakat hiçbir selamlama yöneltilmedi kendilerine.

Biraz ötede, kayanın üzerinde, açık mavi cübbe giyen genç bir adam oturuyordu. Yüzü uzundu, sanki bir at suratı gibi ve cübbesi diğerlerinin giydiği cübbelere göre daha pahalı görünüyordu. Soğuk bir ifadesi vardı, Meng Hao'nun takip ettiği yeşil cübbeli adam yaklaştığında, genç adam ayağa kalkıp sağ elini yumruk yapıp diğer eliyle bu yumruğu kavrayarak selam verdi.

"Selamlar, Ağabey."

"Bunlar yeni gelen hizmetçiler," dedi yeşil cübbeli adam, sabırsızca. "Yaşayacakları yerleri hazırla lütfen". Sözleri bittikten sonra Meng Hao ve diğer gence bakmaya tenezzül bile etmeden çekip gitti.

O gittikten sonra at suratlı genç adam tekrar oturdu, ayaklarını çaprazlayıp Meng Hao'ya ve şişman gence soğuk bakışlar atmaya başladı.

"Burası Kuzey Hizmetçi Bölümü," dedi soğuk ve duygusuz bir sesle. "İnanış Cemiyeti tembellere müsamaha göstermez. Artık burada olduğunuza göre, ayrılmanıza izin verilmeden önce otuz yıl hizmet edeceksiniz. Eğer kaçmaya çalışırsanız, ne diyeyim, bu yalnız dağlarda birçok vahşi hayvan yaşar ve ölümünüz kaçınılmazdır. Gidip çalışma giysilerinizi alın. Bundan sonra, ölümlü dünyadan azade oldunuz ve barışçıl bir şekilde hizmet edeceksiniz."

Şişman genç daha şiddetli titremeye başladı, suratından çaresizlik akıyordu. Meng Hao ise sakindi. Hatta göz bebeklerinde tarif edilemez bir parıltı vardı. At suratlı adam bunu fark etti. Nice yıllardır bu pozisyonda görevliydi ve nice gençlerin hizmetçi olmak üzere getirildiklerini görmüştü, lakin hiç Meng Hao kadar sakinine rastlamamıştı.

"Eğer iyi bir mizaca sahipseniz," dedi hafifçe, "tüm bir otuz yılı hizmetle geçirmek zorunda kalmayabilirsiniz. Boş zamanlarınızda yetiştirme alıştırması yapabilirsiniz. Eğer Ki Yoğunlaştırmasının ilk seviyesine ulaşmayı başarabilirseniz, o zaman Dış Cemiyete geçersiniz." geniş yenini savurdu, iki tane kenevir cübbe peyda olup, Meng Hao ve şişman gencin önüne geldi. Cübbelerin önünde başparmak boyunda, üzerinde "Hizmetçi" yazan, tahta rozetler vardı.

Cübbeye ek olarak bir de üzerinde "Ki Yoğunlaştırma Kılavuzu" yazan bir kitapçık vardı.

Meng Hao'nun nefes alışı, kitapçığın kapağında yazan kelimeleri görür görmez değişmişti. Kitapçığa bakmaya devam ederken, soluk tenli kadınla ilgili konuşan yeşil cübbeli adamın, Ki Yoğunlaştırmasının yedinci seviyesinden bahsettiğini hatırladı.

"İlk seviyeye ulaştığımızda, Dış Cemiyet'e girebiliyoruz fakat o kadın yedinci seviyeye çoktan ulaşmış... Ki Yoğunlaştırması da ne? Belki de Ölümsüzlüğe giden yol bu, tıpkı hikayelerde anlatıldığı gibi.

Eğer hizmeti karşılığında ona bunu vereceklerse, para olmasa da Meng Hao'nun geldiği yerde yüzlerce altın parçasına eş bir ödeme sayılırdı. Heyecanı tavan yaptı. Cübbesini alıp, kitapçığın dışına sardı.

"Yedinci doğu evi, yaşayacağınız yerdir. Yarından itibaren işiniz ağaç kesmek. Günde on kütük, her gün. Kesim işi bitene kadar yemek yiyemezsiniz." dedi ve gözlerini kapadı.

Derin nefes alan Meng Hao, at suratlı adamın yaptığı gibi diğer elinin içine sardığı yumrukla selam verdi ve peşinde şişman genç ile eve doğru yürüdü. Evler bir avlunun dört yanını sarıp birbirlerine komşu olacak şekilde yapılmıştı. İşaretleri takip ederek yedinci evi buldular, kapıyı açıp içeri girdiler.

Tek ve küçük bir oda vardı. İçinde bir masa, iki ufak yatakla, basit fakat temiz ve topluydu. Şişman genç yataklardan birine oturdu ve daha fazla kendini tutamayıp ağlamaya başadı.

12 ya da 13 yaşındaydı ve bağıra çağıra ağlıyordu. Sesi kesinlikle dışarıda yankılanıyordu.

"Benim babam bir Hükümdar ve benim de bir Hükümdar olmam gerekiyordu. Hizmetçi olmam değil." perişan bir haldeydi ve şişman vücudu titriyordu.

"Ağlamayı kes," dedi Meng Hao, onu rahatlatmaya çalışıyordu. "Bir düşünsene, çok da kötü sayılmaz. Burada Ölümsüzlere hizmet edeceğiz. Kim bilir kaç kişi yerimizde olmak isterdi." hızla kapıyı kapadı.

"Başkalarına hizmet etmek istemiyorum," diye yanıtladı. "Evliliğim çoktan ayarlandı, düğün hediyeleri bile gönderildi. Benim zavallı, güzel kadınım daha benimle evlenmeden dul kaldı." ağladıkça daha mutsuzlaşıyor gibiydi.

Meng Hao'nun suratında garip bir ifade belirdi. Bu şişman ergen, daha çok genç, diye düşündü. Daha bir kadının dokunuşunu bilmemesine rağmen şimdiden evliliğinin hazırlanmış olmasına inanamıyorum. Hüzünle iç geçirdi, aklında ise zengin olmanın ne kadar şahane olabileceği vardı. Bu şişman ergenin ailesi o kadar zengin ki, hiçbir zaman yiyecek ya da giyecekle ilgili endişe duyması gerekmemiş. Bir yanda da hiçbir şeyi olmayan ben. Ailemden kalan evi geçen sene satmama rağmen, Kahya Zhou'ya hala çok borcum var.

Borçlu olduğu parayı düşünmek, onu güldürdü. Artık burada olduğuna göre, Zhou gücü yeterse onu buraya kadar kovalayabilirdi. Yetmezse, Meng Hao geri dönene kadar göçüp gitmiş olurdu.

Bulunduğu durumla ilgili ne kadar fazla düşünürse o kadar mutlu oluyordu. Para, konaklama ya da yemek konusunda endişe etmesi gerekmiyordu. Hatta yüzlerce altın parçası değerinde ödeme alıyordu ki bunu da daha işe başlamadan vermişlerdi. Bu mekanda Ölümsüzlerin yaşadığını düşündükçe, umutsuz bir durumdan beklenmedik bir şekilde kurtarıldığına emin oluyordu.

Şişman gencin ağlayışları artık sinirine dokunmaya başlamıştı. Görmezden gelerek, kenevirden cübbesinin içine sarmış olduğu kılavuzu çıkartıp okumaya başladı. İlk sayfadaki ilk satırı okuduğunda, şaştı kaldı.

"Bir insanın, güveneceği bir şey olmalı. Eğer zenginlik ve ünvan peşindeki bir ölümlüysen, eğer tasasız bir hayat yaşamak isteyen bir Yetiştiriciysen, İnanç Cemiyetime katıl. Bana güvenebilirsin." bu, kılavuzun giriş kısmıydı ve Reis İnanış tarafından imzalanmıştı.

Sadece birkaç kelime olsa da, bu kelimeler tahmin edilemez bir güçle doluydu. Hem bir davet, hem de İnanış Cemiyetinin bir tasavvuruydu. Meng Hao uyuşmuş hissetti, sonra bir anda her şey anlam kazandı.

"İnanış Cemiyeti. Cemiyet bu demek mi? İnsanlar güvenecek bir şey bulmalıdır, eğer İnanış Cemiyetini bulurlarsa, hem zengin, hem güçlü, hem de tasasız olacaklar." gittikçe daha mantıklı geliyordu. Fark ettiği üzere, güvenebileceği bir devlet memuru olsaydı, ard arda üç kez sınavdan kalmazdı. İç geçirdi, daha tanımadığı Reis İnanış'a olan saygısı daha da artmıştı. Kitabın giriş kısmı, hayatında yeni bir kapıyı açmış gibiydi.

"Diğer bir deyişle, burada güvenebileceğim birisini bulmalıyım. Bunu yaparsam, hiçbir şeyle ilgili endişe duymama gerek kalmaz." gözleri, kılavuzu taramaya devam ettikçe daha da parlıyordu. Yavaş yavaş, zaman kavramını yitirdi ve hatta yanında ağlayıp duran şişman genci bile duymuyordu artık.


Şişman, gece yarısına doğru ağlamaktan yorgun düşüp uyuya kaldı, hemen sonra ise minik odalarının içinde gürleyen horultusu başladı. Meng Hao gönülsüzce kapadı kılavuzu. Çok yorgun hissetmesine rağmen gözleri, enerji ve gayretle parlıyordu.

"Bu kitap 100 değil, 1000 altın eder!" dedi kendi kendine. Her zaman zengin bir devlet memuru olmayı hayal eden birisi için, 1000 altın kıymetindeki bir nesne, hayatı hariç her şeyden daha değerli sayılırdı.

Heyecan içindeyken, şişman gencin horlamasının durduğunu fark etti. Yatağa doğru baktı ve çocuğun yatağında doğrulduğunu ve homurdanırken, elini kolunu salladığını gördü.

"Seni öldürene kadar döveceğim! Benim poğaçamı nasıl çalarsın! Seni ölümüne ısıracağım! Benim karımı nasıl çalarsın!" konuşurken yataktan kalktı, gözleri kapalı bir şekilde ve sinirle ellerini sallayarak. Sonra, şaşırtıcı bir şekilde masayı tutup, kenarından sertçe ısırdı, derin bir iz bıraktı. Sonra ise uykusuna geri dönüp horlamaya başladı.

Meng Hao bir süre, az önce yaşananın bir uyurgezerlik vakası olduğundan emin olmak için onu izledi. Sonra ısırık izini kontrol etti ve şişman çocuğu, uyurken sinirlendirmemesi gerektiğine karar verdi. Dikkatini çocuktan aldı ve heyecanla kılavuzu okumaya devam etti.

"Ölümsüzlüğe giden yol, dokuzuncu seviye Ki Yoğunlaştırma. Onlara hizmet ederek, benim de Ölümsüz olmak şansım var. Bu olabilecek en değerli ödeme. Eğer Ölümsüz olursam, zengin de olabilirim demektir." Meng Hao kılavuzu sıkıca kavradı, gözleri parıl parıldı. Sonunda sınavlara çalışmaktan başka bir yol bulmuştu.

Tam o anda, kapı bir gümbürtüyle açıldı ve yüksek bir "Heeyt" sesi duyuldu.

1 yorum: