29 Mart 2016 Salı

Cennetleri Mühürlemeliyim (ISSTH) - Bölüm 6

Bölüm 6: Bakır Aynanın Hikmetleri


Xu Abla, İnanç Cemiyetinde iyi tanınırdı. Aslında, İç Cemiyette yalnızca iki öğrenci olduğu için herkesin onu tanıdığı söylenebilirdi.

Xu Abla haricinde tek bir öğrenci vardı ve o da, şu an Shangguan Xiu'nun yanında dikilmekteydi.

Ölümsüz Mağarasının ona ödünç verilmesi, Meng Hao'nun toplanma alanında Ruh Taşı ve Ruh Yoğunlaştırma hapıyla rahatça ayrılmasını sağlayacak kadar korku salmıştı herkesin yüreğine. O giderken, herkes onu izledi.

Yeterince uzaklaştığında, sırtından aşağı ter boşaldı, sanki arkasından atılan bakışlar birer görünmez kılıç gibi saplanıyordu. Hızlı adımlarla mesafeyi açtıkça bu his de kayboldu.

Üç tütsü çubuğu yanasıya kadar durmaksızın yürüdü. Dış Cemiyetteki odasına dönmedi, bunun yerine Xu Ablanın verdiği beyaz yeşim parçasını, Güney Dağına doğru takip etti. O dağın eteğinde, Ölümsüz Mağarasının yerini tespit etti.

Mağaranın dışında, dağın yüzeyine bitişik iki büyük taş plaka yükseliyordu. Her şeyin yeşil dallar ve sarmaşıklar tarafından örtülmüş olması, Meng Hao'ya burayı normal üstü, önceki iki yerleşkesinden tamamen farkı bir mekan gibi gösteriyordu.

Çevresi huzurlu ve bereketli görünüyordu. Yakında bir yerde dağın zirvesinden aşağı akan bir su kaynağı vardı ve rüzgar, sıcak havayı taze ve soğuk havayla değiştirerek esiyordu.

Meng Hao, Ölümsüz Mağarasının ağzında, tamamen tatmin olmuş bir ifadeyle ayakta duruyordu. Böyle bir mağaranın, diğer herhangi bir yerleşkeden ne kadar farklı ve ne kadar kıymetli olduğunu şimdi tam olarak anlamıştı. Xu Abla mağarayı ona ödünç verdiğinde neden tüm Dış Cemiyet öğrencilerinin o kadar kıskanç göründüğüne şaşmamak gerekiyordu.

"Burası tam Ölümsüzlerin yaşayabileceği bir yer," dedi Meng Hao. Sağ elini savurmasıyla, beyaz yeşim parçası mağaranın yeşil taştan kapısına doğru uçtu. Yüzeye çarpmasıyla birlikte başlayan uğultu sesi, kapı yavaş yavaş açılırken etrafta yankılandı.

Ölümsüz Mağarası çok büyük değildi, iki odadan oluşuyordu. Odalardan biri, yetiştirme alıştırmaları içinken diğeri taştan bir kapı ile sıkıca mühürlenmişti. Meng Hao içeri girdi ve yeşil taştan kapı, arkasından yavaşça kapandı. Kapı mühürlendikten sonra, beyaz yeşim parçası tekrar Meng Hao'nun eline uçtu. Sonrasında, sarp kayadan tavan hafif bir parıltı yaymaya başladı.

Etrafa baktıkça daha da hoşnut hissetti. Sonunda, bakışları mühürlenmiş kapıya çarptı. Kendi kendine mırıldanarak, elindeki yeşim parçasını kapıya bastırdı ve kapı yavaşça açıldı. Kalın ruhani enerjinin kokusu o an dışarıya doğru sızmaya başladı. İçeriye bakan Meng Hao'nun gözleri, şaşkınlıktan kocaman açılmıştı.

"Xu Ablanın Ölümsüz Mağarası, bu... bu paha biçilemez bir hediye." kendini toplaması biraz vakit aldı. Taş odanın içinde, garip bir membaa dalmıştı bakışları. Membadan lık lık sesleriyle akan saf ruhani enerjiden, çok renkli bir parıltı yayılıyordu. Kim bilir ne kadar zamandır bu şekilde akarak taş odada birikmekteydi. Kapı açılır açılmaz, burunda hoş koku, ağızda güzel tat bırakarak dışarı doğru akmaya başladı. Alınan bir nefes bile insanın içini enerjiyle dolduruyordu.

"Demek bu bir Ruh Pınarı," Meng Hao mırıldandı. Bu, Ki Yoğunlaştırma Kılavuzunda okuyup, daha önce hiç görmediği şeylerden biriydi. Dünyada su akıtmayan bu tarz membalara Ruh Pınarı deniliyordu. Su yerine, ruhani enerji akardı. Sayıca çok değillerdi ve bilinenlerin çoğunluğu, yaydıkları ruhani enerjinin ne kadar değerli olduğu da göz önüne alındığında, çoktan Yetiştiriciler tarafından işgal edilmişti.

Bu Ruh Pınarı nispeten küçüktü. Toplanan ruhani enerji dağıldıktan sonra, kalan devamlı akıntı dışarıya göre yalnızca biraz daha kalındı o kadar. Ki Yoğunlaştırmada üçüncü seviye üzeri olan herhangi biri için, pek az yararı olurdu. Üçüncü seviyeye ulaştıktan sonra gereken ruhani enerji o kadar fazlaydı ki pınar neredeyse etkisiz kalırdı.

Buna rağmen Meng Hao için bu hediye, Kuru Ruh Hapıyla karşılaştırıldığında bile fazlasıyla değerli bir hediyeydi. Bu pınarın keşfi neredeyse Meng Hao'nun sevinçten çılgına dönmesine neden olacaktı.

Düşünmek için bile duraksamadan, bacaklarını çaprazlayarak oturup gözlerini kapadı ve nefes alıştırmalarına başladı. Birkaç saat sonra mağarada toplanan ruhani enerjinin büyük bir kısmı gitmişti. Meng Hao'nun gözleri açıldığında, ışıl ışıl parıldıyorlardı.

"Burada yaptığım birkaç saatlik meditasyon, dışarıda bir ay Yetiştirme yapmaya bedel. Ruhani enerji birikimi baya zaman almış olsa gerek ve bir daha böyle birikmesi muhtemelen mümkün olmayacak. Buna rağmen, burada yapacağım Yetiştirme alıştırmaları, dışarıda ulaşılması mümkün olmayan bir hızda ilerleyecek." iç geçirdi. Etrafı incelediğinde, anlayamadığı garip şekillerin duvarları kapladığını fark etti.

"Ruh Pınarı, bu şekiller sayesinde böyle bir ruhani enerji birikimi yapıyor olsa gerek. Xu Abla bu yöntemle enerjiyi biriktirip, tek seferde hepsini tüketiyordu muhtemelen." Meng Hao bir süre düşündü, sonra aklına bir fikir geldi. Tekrar yere oturup, nefes egzersizlerine başladı.

Gece hızlı geçti ve Meng Hao doğan güneşe açtı gözlerini. Taş odadaki ruhani enerji seyrelmişti. Lakin Ruh Pınarı hala buradaydı. Bir süre geçtikten sonra, tekrar ruhani enerji birikimi olması kaçınılmazdı.

Meng Hao bir süre yetiştirme seviyesinin durumunu hissetmeye çalıştı. Görünüşe göre neredeyse iki ay kıymetinde bir ilerleme yaşamıştı.

"Eğer birkaç kez daha aynı şekilde Yetiştirme çalışması yapabilirsem, Ki yoğunlaştırmada ilk seviyeyi aşıp ikinci seviyeye giriş yapabilirim!" heyecanla, derin bir nefes aldı. İlk seviyeyi aşmayı delicesine istiyordu, çünkü ancak ikinci seviyeye ulaştığında Ki Yoğunlaştırma Kılavuzundaki ilk Ölümsüz Yeteneğini kullanabilecekti.

Meng Hao, taştan kapıyı sanki bir çeşit hazine ya da mücevhermiş gibi dikkatle kapatıp, taş odadan çıkarken aklında Ölümsüz Yetenekleri vardı. Xu Ablanın yöntemini uygulamaya karar verdi. Ruh Pınarının yanında nöbet tutmayacaktı. Biraz zaman geçmesini bekleyip, biriken ruhani enerjiyi toplamak için tekrar odaya girecekti.

Ölümsüz Mağarasında oturan Meng Hao, karnını ovaladı. Zayıf göbeğine bakarken geçmiş birkaç günü düşünüyordu, bayadır ava çıkmadığını fark etti. Hatta yaban meyvelerinden bile yememişti.

Bir Dış Cemiyet öğrencisi olduğundan beri, hizmetçiyken yediğinin yarısını bile yiyemiyor olduğunu gözlemlemişti. Yeterli Ruh Taşı olanlar gidip, Cemiyetin Hap Yetiştirme Dükkanından Oruç Hapları ya da İştah Kontrol Hapları alabilirdi. Bu tip haplardan bir tanesinin, açlık hissini günlerce bastırdığı söyleniyordu. Onlar olmadan, sürekli bir yiyecek bulma ihtiyacıyla insan vakit kaybederdi.

Meng Hao bir süre düşündükten sonra biraz dışarı çıkmaya karar verdi. Ferahlatıcı rüzgar, üzerinden geçip etrafını saran ormanın içine doğru esti. Yürürken, taşıma çantasından artık onun olan bakır aynayı çıkardı.

Hazine Köşkündeki Kardeşin onu oyuna getirdiğinden artık emindi. Bu aynayla ilgili hiçbir gariplik yoktu. On beş günden fazla süren çabaları, herhangi bir farklılığı ortaya çıkaramamıştı.

"Ne yazık ki taşıma çantamda sadece bir yarım Ruh Taşı var. Bunu da, eminim aynayı başka bir şeyle değiştirmek içi rüşvet olarak kullanmam gerekecek." elini taşıma çantasına uzatıp Ruh Taşını çıkartırken, biraz üzülmüştü.

Ormanın içinde bir renk hareketi gördüğünde kafasını o yöne çevirip, birden hareketsizleşti. Renk çok hızlı hareket etmiyordu. Meng Hao'nun gözleri parıldadı. Geçmiş aylardaki yaban tavuğu avlarından gelen deneyim sayesinde, karşısındakinin ne olduğunu tam olarak biliyordu. Yaban tavuğu.

Aynayı ve Ruh Taşını, taşıma çantasına koymakla vakit kaybetmeyip, ceplerinden birine attı ve ileri doğru atıldı. Meng Hao vücudunda ruhani enerjiyi hissetmeye başladığından beri, artık eskisinden çok daha çevik olduğunu fark etti. Hala biraz kırılgandı vücudu ama en azından büyük bir hızla depar atabiliyordu.

Özellikle Ki Yoğunlaştırmada ilk seviyeye ulaştığından beri geçen son birkaç günde, ileri atıldığında çok hızlı bir şekilde ilerleyebiliyordu. On nefes süresi geçesiye kadar, paniğe kapılmış yaban tavuğunu yakalamayı başarmıştı. Hareket edememesi için iki kanadından kavramıştı tavuğu.

"Bizim Şişko şu sıralar neler yapıyor acaba," dedi, tavuğu havaya kaldırırken şişman genç aklına gelmişti. Belki de gidip onu bulmalı ve tavuğu paylaşmalıydı. Arkasını döndüğünde, birden cübbesinin içinde bir şeyin ısındığını hissetti.

Saniyeler içinde, az önce ellerinde sakince ölümü bekleyen tavuk acınası çığlıklar eşliğinde, çılgınca çırpınmaya başlamıştı. Öyle bir güçle hareket ediyordu ki, Meng Hao'nun elinden kurtulacak gibi oldu.

Yaban tavuğu tarif edilemez tizlikte çığlıklar atmaya ve daha da sert çırpınmaya başladı. Sonra, kıçından gelen bir pat sesi duyuldu ve bunu, ani bir patlama ile etrafa uçuşan kan ve et parçaları takip etti.

Her şey bir anda oluvermişti. Meng Hao ağzı açık bir şekilde ayakta dikiliyordu. Dağa vardıktan sonra pek çok sayıda yaban tavuğunu avlamıştı. Lakin ilk defa böyle bir şey görüyordu. Şaşkınlıkla ölü tavuğa ve onun patlamış poposuna bakıyordu. Sonra etrafı kolaçan etti. Her şey sessiz ve sakindi. Bir gölge dahi hareket etmemişti.

"Az önce ne oldu öyle?" Meng Hao ürperdi. Yavan tavuğunun ölümü çok zavallıca olmuştu. Kıçı patladığı için dayanılmaz bir acı duymuş olmalıydı.

Meng Hao derin bir nefes alıp, hissettiği endişeyi bastırdı. Yaban tavuğunun ölümü çok garip ve ürkütücüydü. Soğuk bir rüzgar ensesinden aşağıya doğru esiyormuş gibi hissediyordu.

"Bir şeyler yanlış," dedi Meng Hao. Ölü tavuğu kenara fırlattı ve cebinden Ruh Taşı ile aynayı çıkardı. Tavuğun başına gelen garip olaydan hemen önce, cübbesinin içinde bir şeyin ısınmaya başlamış olduğunu hatırladı.

"Buna Ruh Taşı sebep olmuş olabilir mi?..." sonra bakışları bakır aynaya döndü. Kalp atışları hızlanmaya başladı ve gözlerinden güçlü bir parıltı yayıldı.

"Yoksa..." aynayı tutan eli heyecandan titremeye başladı. Gidip şişman çocukla yemek yemeye vakit yoktu. Aynayı sıkıca kavrayıp, başka bir vahşi hayvan bulabilmek amacıyla koşabildiği kadar hızla ormanın içine daldı. Yaban tavuğunun ölümüne, gerçekten aynanın sebep olduğundan emin olmalıydı.

Çok uzun bir süre koşmasına gerek kalmadan karşısına bir yaban geyiği çıkmıştı. Önce suratında bir aptallıkla, sonra ise kızgınlıkla baktı geyik ona. Meng Hao hemen aynayı geyiğe doğrulttu.

Hayvanın surat ifadesi anında değişti. Kaçmak için koşarken, insanın kalbini burkacak, acı dolu çığlıklar atıyordu. Bunu duyan herhangi bir insan, hayvanın nasıl bir acı yaşadığını ancak hayal edebilirdi. Meng Hao, kaçma ümidiyle zıplayan hayvanın böğrünü görebiliyordu. Daha yere inemeden kıçı sesli bir şekilde patlayan hayvanın vücudu düştüğünde, birkaç kez titredi.

Bir ölü geyiğe, bir aynaya bakan Meng Hao'nun suratında, daha önce görülmemiş bir heyecan peyda oldu.

"Bu bir hazine! Gerçek bir hazine!!


"Bu çok garip. Vahşi hayvanların kıçını patlatan bir hazine..." tamamen aklı almasa da gene de çok heyecanlanmıştı. Hazinenin neden böyle bir şey yaptığına aklı basmasa da, içinde daha fazla hayvan üzerinde deneme yapmasını isteyen güçlü bir dürtü oluşmuştu.

2 yorum: