13 Nisan 2016 Çarşamba

Cennetleri Mühürlemeliyim (ISSTH) - Bölüm 16

Bölüm 16: Buraya gel!

Çevredeki Yetiştiricilerin yüzlerinden tüm renk çekildi. Meng Hao'nun saldırısı, farkına kendisinin bile varamadığı şiddetli bir öfke ve azimle yapılmıştı. Bu onda alışkanlık haline geliyor gibiydi.

İzleyenlerin nazarında, Meng Hao artık platodaki en güçlü insandı. Belki de şu an tüm Dış Cemiyette en kuvvetliler arasına girmişti.

Yetiştiricilerin çoğu, son on beş günü düşündü. Böyle yüksek bir Yetiştirme üssüyle, Meng Hao onları kafasına göre soyup soğana çevirebilirdi. Müşterileri mutlu değildi evet, fakat en azından onlara nazik davranmıştı. İnsanlar artık ona saygıyla karışık korkuyla bakıyorlardı.

O gün platoda başka kavga olmadı. Meng Hao gittikten sonra, Lu Hong'un Yetiştirme üssünün yok edildiği haberi, rüzgar gibi yayıldı. Wang Tengfei'nin isminin zikredildiği gerçeği ise özellikle vurgulanmış ve dedikoduların daha hızlı yayılmasına neden olmuştu. Gece yarısına kadar Dış Cemiyetteki herkes neler olduğundan haberdardı ve bu noktada Meng Hao'yu tanımayan kimse kalmamıştı.

Renkli bulut parçalarıyla bezeli Doğu Dağı, İnanç Cemiyetinin en yüksek dağı ve aynı zamanda İç Cemiyetin harekat üssüydü.  Diğer dağlara göre daha yoğun bir ruhani enerjiye sahipti ve Cemiyet Lideri He Luohua'nın kapalı meditasyonlarını yaptığı yerdi.

İnanç Cemiyetinin şaşaalı dönemlerinde, dört dağ zirvesi de İç Cemiyet tarafından kullanılmaktaydı. Etraf Ki Yoğunlaştırmada yedinci seviye öğrencilerle kaynardı. Şimdi yalnızca Doğu Dağı doluydu ve orada da öğrenci Xu ile öğrenci Chen vardı, diğer zirveler ise terk edilmişti.

Doğu Dağında, Meng Hao'nunkinden çok daha büyük bir Ölümsüz Mağarası vardı. Hatta İç Cemiyet öğrencilerinin yaşadıkları yerlerle bile kıyaslanabilecek kalitedeydi, İnanç Dış Cemiyetinde ise eşi benzeri yoktu. İçindeki Ruh Pınarı kurumaya yakın bile değildi. Yoğun ve hoş kokulu ruhani enerji, fokurdayarak dışarı doğru akıyordu.

Tabii ki İnanç Dış Cemiyetindeki onca öğrenci arasında böyle bir mekana layık görülen tek kişi, kutsanmış insan Wang Tengfei'ydi.

Beyaz cübbesine sarınmış, sakin bir ifadeyle bağdaş kurmuş, karşısında dizleri üzerine çökmüş Lu Hong'a bakıyordu. Lu Hong'un benzi solmuştu ve vücudu titriyordu. Yetiştirme üssü Meng Hao tarafından tamamen yok edilmişti.

"...Wang Ağabey'e, adaleti uygulaması için yalvarırım," dedi kesik kesik nefes alarak. "Tahmin edebileceğinizden çok daha kurnaz biri. Cemiyetten kaçacak." Lu Hong, Wang Ağabeyi ne zaman görse, onun sıra dışı ve kusursuz bir insan olduğunu hissetmekten kendini alamazdı. Wang Tengfei'nin Yetiştirme üssünün sürekli olarak kuvvetlendiği son iki yılda, bu his de güçlenmişti.

"Eğer kaçarsa," dedi Wang Ağabey muhteşem kusursuzluğunun değişmediği bir süre sonra, "bu, Cemiyet Kurallarını çiğnemek olur ve onu cezalandırması için birilerini peşinden gönderirim." herhangi birinin ondan hoşlanmasını sağlayabilecek tatlı bir gülümseme takındı ve onu olduğundan daha asil gösteren hafif bir tonla konuştu.

Lu Hong'un söyleyecek başka bir şeyi yoktu. Yüzünde bir yalvarışla secdeye kapandı, vücudu kontrol edilemez bir şekilde titriyordu.

"Peki tamam," dedi Wang Tengfei. "Kullandığı yöntemler çok ahlaksızca. İbreti alem olsun. Bu çocuğu birlikte ziyaret etmek üzere Shangguan Ağabeyi ikna etmeliyim, gerçi Xu Ablayı gücendirmemeye özen göstermeliyim. Meng Hao kendi Yetiştirme üssünü felç etmeli, tüm hazinesini dağıtmalı ve bir koluyla bir bacağını kesmeli. Bu onun özrü olmalı. Yeterli mi?" sanki İnanç Cemiyetindeki her bir konuda, tek bir sözüyle Meng Hao'nun Yetiştirme üssünün, kollarının ve bacaklarının kaderini etkileyebilecek kadar hakimiyet sahibiymiş gibi konuşmuştu. Gülümsemesi her zamanki gibi mükemmel ve kusursuz bir cana yakınlıktaydı.

"En içten teşekkürlerimi sunarım. Bu... bu herifin içi hainlikle dolu..." Lu Hong dişlerini gıcırdattı, kalbi düşmanlıkla doluydu.

"Öyleyse onu Cemiyetten atmalıyım," dedi Wang Tengfei kayıtsızca, sanki inanılmaz önemsiz bir meseleden bahseder gibiydi. "Çekip vahşi doğaya gitsin, gerisini doğa ana halleder."

Tam o anda, Meng Hao Güney Dağındaki Ölümsüz Mağarasında bağdaş kurmuş, kararmış bir ifadeyle elindeki yeşim şişeye bakmaktaydı. Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviyeye yükselmek, sonra da öyle savaşmak neredeyse tüm ruhani enerjisini tüketmişti. Tamamen mecalsizdi. Fakat en azından büyülü şişeyi ele geçirmişti.

İnanç Cemiyetine girdiğinden beri her şey tıkırında gidiyor gibi görünüyordu ama aslında bunların nedeni, ileri görüşlülüğü ile hızlı ve doğru karar alabilmesiydi. Eğer onun yerinde başka biri olsaydı, muhtemelen ilk Hap Dağıtım Gününde hayatı tehlikeye girmiş olurdu.

Sonra bakır aynanın korumasına ve gizemli gücüne nail olmuştu. Hemen ardından, Zhao Ağabey onun Ölümsüz Mağarasına göz dikmişti. Eğer o ölmeseydi, Meng Hao'nun durumu vahim bir halde olacaktı ve tüm sahip olduklarını teslim etmiş olacaktı. İlk defa o zaman birini öldürmüştü.

Eğer pazar kurup ticarete atılmasaydı, şu an bulunduğu yere gelemezdi. Fakat arkasından esip ona hız katıyor gibi görünen rüzgar, farkında olmadığı zorlukları da içinde gizlemişti.

Şu ana kadar olan her şey, yaklaşan fırtınanın habercisi olan gök gürültüsü gibiydi. Meng Hao Dış Cemiyetin bir numaralı, kutsanmış öğrencisi Wang Tengfei'yi düşünerek sessizce elindeki yeşim şişeye baktı. Onu tüm mükemmelliğiyle aklına getirmek, Meng Hao'ya sanki tüm dağ üzerine çökmüş gibi bir baskı hissettirdi. Neredeyse nefes bile alamayacaktı.

Kaçmak istedi ama biliyordu ki o bir hizmetçi değil, bir Cemiyet öğrencisiydi. Kaçmak, Cemiyet kurallarını ihlal etmekti. Bunu yapmak, Cemiyet yaşlılarının dikkatini çeker ve ölümünü kesinleştirirdi.

"Keşke Lu Hong'un arkasında, Wang Tengfei'nin olduğunu önceden bilseydim..." diye mırıldandı Meng Hao. Bir an sonra, gözleri yılmaz bir kararlılıkla doldu.

"Yine de aynı şeyi yapardım. Eğer ona saldırmasaydım, beni öldürürdü. Ben onu değil, o beni zorladı. Her halükarda husumet artacaktı. Cao Yang'la karşılaştığımda beni soymasına izin vermem durumu hariç, işler yine bu şekilde sonuçlanırdı. Birini öldürmüş olsam da, insanların işimi baltalamasını engelleyemedim." Ölümsüz Mağarasında etrafa manidar bakışlar atarken gözleri parladı.

"Xu Ablanın kapalı meditasyonda olması büyük şanssızlık..." Lu Hong'un Yetiştirme üssünü felç ettikten sonra yaptığı ilk iş, kadını bulmaya çalışmaktı. Fakat İç Cemiyete gittiğinde, kapalı meditasyona giren bireylerin hiçbir şekilde rahatsız edilemeyeceği konusunda bilgilendirildi.

"Bu yeşim şişe..." aşırı güçlüydü, o kadar ki, kendi Yetiştirme üssünü kullanarak şişeyi test ettiğinde, şişede kalbini yerinden çıkaracak kuvvette bir güç patlaması oldu. Ona ne kadar yararlı olacağını ancak hayal edebilirdi. Belki de artık şimdi, Ki Yoğunlaştırmada beşinci seviyeye çıkabilirdi. Garip olan şey ise şişenin taşıma çantasına koyulamayıp vücuduna asılması gerekmesiydi. Ne yazık ki elinde hiç Ruh Taşı kalmamıştı. Hepsini, Ki Yoğunlaştırmada üçüncü seviyeyi aşmaya harcamıştı. Öyle olmasaydı, şişenin bir kopyasını yapmaya çalışacaktı.

"Bu Cemiyet, ölümlü dünyadan çok farklı. İnsanın hayatını kaybetmesi burada çok kolay. Eğer şişeyi teslim ederek bu durumdan kurtulabilecek olursam, belki de bunu yapmalıyım..." vermek istemiyordu ama başka seçeneği de yok gibiydi. Bu düşüncelerle boğuştuğu sırada, sinsi bir ses kara gecede süzülüp, Ölümsüz Mağarasının mühürlü kapısından içeri sızdı.

"Ben Shangguan Song, Wang Ağabeyin adaletini uygulamak için buradayım. Meng Hao, lütfen Ölümsüz Mağarasından çık ve önümde secdeye kapan."

Bu karanlık ses, mağaranın içini buz gibi soğuk bir gölgeyle doldurmuş gibi göründü. Meng Hao'nun gözleri parıldadı ve kafasını kaldırdı. Biraz olsun şaşırmış görünmüyordu, birinin onu bulmaya geleceğini tahmin etmişti.

Meng Hao bir an sessiz kaldı ve sonra yavaşça konuştu, "Gece geç oldu, uygun bir zaman değil. Ağabey, söyleyeceğin bir şey varsa, söyle gitsin."

"Ne kadar kibirli," dedi ses, açıkça hoşnutsuzdu. Soğuk bir homurtu duyuldu.

Meng Hao sessizliğini korudu, bir şey söylemedi.

"Eğer kapıyı açmıyorsan, öyle olsun. Wang Ağabeyin emirlerini aktarmalıyım. Dış Cemiyet öğrencisi Meng Hao, Yetiştirmesine tüm kalbiyle odaklanmamıştır. Düşük Seviye Herkese Açık Alanda huzursuzluklara neden olmuş, öğrenci kardeşleri tarafından topluca şikayet edilmiş ve etrafındakilere karşı alçak yöntemler kullanmıştır. Lakin gençtir ve bu suçlamalar ölüm cezası verilmesi için yeterli değildir. Tüm hazineni teslim et, Yetiştirme üssünü felç et ve Cemiyeti terk et. Bu andan itibaren, artık bir İnanç Cemiyeti öğrencisi değilsin." Meng Hao sinsi sesi dinlerken, yüz ifadesi gittikçe karardı. Son sözleri duyduğunda ise, öfkeyle doldu.

"Wang Ağabeyin suçlamaları Cemiyet kurallarına uygun değildir," dedi Meng Hao meydan okuyan bir tonla.

"Wang Ağabeyin sözleri, Cemiyet kurallarıdır," dedi dışarıdaki kişi, Meng Hao'nun araya girişine kayıtsız kalarak. "Yarından sonraki gün Hap Dağıtım Günü. Lu Hong'un önünde secdeye kapanıp af dileyeceksin, sonra da cezanı bekleyeceksin." adam bunu söyledikten sonra cübbesinin yenini savurarak döndü ve gitti.

Meng Hao sessizce oturarak düşüncelere gömüldü. Zaman geçti ve şafak yaklaştı. Gözleri kan çanağıydı. Ne yapacağına karar verememişti. Rakibi açıkça yeşim şişeyi geri istiyordu, bir de onu ölü görmeyi. Kendi Yetiştirme üssünü felç etmesi, bir kolunu, bir bacağını kesmesi ve Cemiyetten atılıp vahşi doğaya bırakılması ise gösterilen sözde insaftı. Eğer bunu kabul ederse, tamamen umutsuz kalırdı.

"Ne yapmalıyım..." dedi, yumrukları sıkılı, gözleri kanlıydı. Bir anlığına güçsüz ve çaresiz hissetti. Bu, daha güçlü olmayı gerçekten dilediği ilk seferdi. Eğer daha güçlü olsaydı, böyle zorbalık taslayamazlardı. Biraz daha düşündü.

"Yoksa kaçış gerçekten tek seçeneğim mi..." kararlı gözlerle başını dikleştirdi ve Ölümsüz Mağarasından çıktı. Fakat daha dışarı attığı ilk adımda durup tereddüt etmişti.

"Hayır, bu yanlış..." bir süre başını eğip düşüncelere daldı, sonra döndü ve Ölümsüz Mağarasına girip bağdaş kurarak oturdu.

Meng Hao ertesi sabah kan çanağı gözlerini açtı. Herhangi bir nefes egzersizi yapmamıştı ve tüm geceyi kafa yorarak geçirmişti. Ama Yetiştirme üssü o kadar güçsüzdü ki. İnanç Cemiyetinden kaçmaktan başka bir yol düşünemedi. Lakin düşmanı, böyle yapacağını mutlaka tahmin etmiş olmalıydı. Kaçmak ölmek demekti ve bir hain olarak anılacaktı.

Uzakta çanlar çaldı. Hap Dağıtım Günü geldi çattı. Meng Hao biliyordu Ölümsüz Mağarasında gizlense de, eninde sonunda felaket üzerine çökecekti.

"Orman kanunu. Tüm sorunlarımın nedeni, Yetiştirme üssümün çok kuvvetsiz oluşu. Gerçek bir erkek eziyete dayanmaz, ona karşı koyar." hafifçe iç çekti. Uçurumun kıyısına getirilmişti ve hareket edebilecek bir yer yoktu. Kendini sakinleştirdi, sonra üstünü başını düzeltti. Ölümsüz Mağarasının içine göz gezdirdi, sonra ana kapıyı açtı ve mavi gökyüzüyle, zümrüt yeşili ağaçlara baktı.

Bir süre sonra, dışarı adımını attı. Daha birkaç adım atmıştı ki, arkasındaki ormandan çıkıp ona soğukça bakan adamı fark etti.

"Kaçmamışsın. Aptal değilmişsin demektir." Meng Hao adamın sesini tanımıştı: Shangguan Song. Göründüğü üzere geride kalıp beklemişti. Meng Hao onu daha önce görmüştü. Geçen gün Doğu Dağında Wang Tengfei ile birlikte yürüyen öğrencilerden biriydi. Büyükbabası, Cemiyet yaşlılarındandı. Meng Hao'nun kaçıp kaçmadığını görmek için geride kaldığı belliydi. Eğer bunu yapsaydı, hain damgası yiyip, hayatından vazgeçmiş olacaktı.

Meng Hao döndü ve Dış Cemiyete doğru yöneldi.

Shangguan soğuk kahkahalar attı, gözlerinde aşağılama vardı. Aslında önceki gece gidip, büyükbabası Shangguan Xiu'ya haber vermişti. Meng Hao geceleyin kaçmayı seçseydi dahi tuzağa düşecek ve acı dolu bir şekilde ölecekti.

Shangguan Song tüm yol boyunca Meng Hao'yu takip etti. Dış Cemiyete vardıklarında diğer öğrenciler tek tek onları gördü, her birinin suratı farklı farklı ifadelerle bezenmişti. Buna rağmen hepsi bu durumu tahmin etmiş gibiydi ve hiçbiri Meng Hao'ya merhamet duymadı. Hatta çoğu ona bıyık altından güldü.

Yakında, Dış Cemiyetin meydanına vardı. Ejderha şeklinde oyulmuş sütunlar renkle parıldadı, öğrenciler her yerdeydi. Uzakta, etrafı öğrenci kalabalığıyla çevrelenmiş beyaz cübbeli Wang Tengfei'yi gördü.

Güneş, beyaz cübbesine düşüp onu kar gibi parlak gösteriyordu ve uzun saçları omzundan aşağı raks ederek iniyordu. Mükemmel görünüyordu, tablolardan çıkıp gelmiş bir ölümsüz kadar kusursuzdu. Varlığı, görenlerin onu tanıma isteğiyle dolmasına neden oluyordu. Gerçekten de bir Seçilmişe benziyordu.

Yetiştirme üslerine bakmaksızın, etrafındakilerle cana yakın, dostane bir şekilde muhabbet ediyordu. Kafa sallıyor, Yetiştirme ile ilgili ipuçları veriyor, herkesin ona sonsuz bir saygı duymasını sağlıyordu.

Kadın öğrencilerin tamamı ona delicesine aşık görünüyordu. Sanki onun dibinden ayrılmamaları gerekiyormuş gibi, sanki yaptığı her hareket onların aklını başından alıyormuş gibi görünüyorlardı.

Hatta Cemiyet yaşlıları bile bulundukları platformdan ona doğru, takdir ve sevgiyle bakmaktaydı.

Wang Tengfei nereye gitse, ilgi odağı oluyordu. Yakışıklılığı, nezaketi, mükemmelliği birleşip Meng Hao'nun gözlerini acıtan bir parlaklığa ulaştı. Yumruklarını sertçe sıktı.

Tüm öğrenciler toplanıp, Hap Dağıtımı yapılırken kibar ve dostane Wang Tengfei, Meng Hao'ya bir kez bile bakmamıştı. Meng Hao'nun onu izlediğini biliyordu ama bir çekirge onu izlese de aynı derecede umrunda olurdu. Onun bakışlarına karşılık verecek kadar düşmezdi.

Her şey tamamına erdiğinde ve ejderha şeklinde oyulmuş sütunlar karardığında, Wang Tengfei'nin nazik sesi etrafta yankılandı.

"Buraya gel!"


Basit bir cümleydi lakin duyulduğu anda herkesin gözü, bakışlarını Meng Hao'ya çeviren Wang Tengfei'ye döndü. 

5 yorum:

  1. Hadi bakalim bundan nasil cikacak

    YanıtlaSil
  2. Ne duruma dusurduler seni cnm yaa

    YanıtlaSil
  3. Ne duruma dusurduler seni cnm yaa

    YanıtlaSil
  4. Taha cok guzel bir ceviri olmus. Tebrik ederim seni ^^
    Devamini heyecanla bekiyoruz:)

    YanıtlaSil
  5. Ceviriyi biraktigin yere bak karsim ayip

    YanıtlaSil