3 Nisan 2016 Pazar

Cennetleri Mühürlemeliyim (ISSTH) - Bölüm 10

Bölüm 10: Wang Tengfei

Eylülün sonuna doğru, hava her zamanki gibi ısınmıştı. Sıcaklık dağılmayı reddedip giderek artmaktaydı. Nanshan Kıtasının Güney Bölgesindeki Zhao Eyaletinde genelde Kasım gibi sıcaklık düşmeye başlardı. Ocakta ise, kışın dondurucu nefesi hissedilirdi.

Bir gün şafak sökerken, geleceğe dair umutlarla parlayan gözleriyle Ölümsüz Mağarasından ayrıldı Meng Hao.

"Yetiştirme üssümün, Ki Yoğunlaştırmada üçüncü seviyenin zirvesine ulaşmasına ramak kaldı," dedi, derin bir nefes alarak. "Belki Dış Cemiyette çok güçlü sayılmam ama en azından kimse bana bulaşmaz." uzaklara doğru baktı. Dağdan gelen rüzgar esip geçerken saçlarını havalandırıp, birden çok seçkin bir görünüm kattı ona.

Özünde düşe kalka ilerleyen bir mektepliyken, Ölümsüzlerin dünyasına adım atmıştı. Yakın geçmişte yaşadığı olayları düşününce, gerçek olup olmadıklarından şüphe ediyordu.

"Yeterli Ruh Taşım olmaması ne kötü. Ruh Yoğunlaştırma Hapları da işe yaramayacak kadar güçsüz..." aklına Ruh Taşları gelince heyecanın yerini hayal kırıklığı aldı.

"Şişko, Wang Youcai ve diğer aklıselim adam," Meng Hao kendi kendine mırıldandı. "Dördümüz İnanç Cemiyetine beraber geldik. Şu an neler yapıyorlar merak ediyorum." vücudu hızla ileri hareket etti. Ruhani enerjiyi bedeninde dolaştırarak hızla Kuzey Dağına yöneldi.

İnanç Cemiyetinin Doğu, Batı, Kuzey ve Güney Dağları tüm ihtişamlarıyla göğe yükseliyordu, etraflarını ise yeşim çatılı evler kaplamaktaydı. Dağlara yakından bakıldığında, ışık huzmelerinin zirveden başlayarak etraflarını aydınlattığı görülebilirdi.

Zirvelerin etrafında gezinen bulutlar, dağın bazı kısımlarını gizliyordu. Gerçekten de Ölümsüzlere yaraşır bir mekan gibi görünüyordu.

Dış Cemiyete uğramadan Güney Dağından Kuzey Dağına gidebilmek için, Doğu ve Batı Dağlarını geçmeniz gerekirdi. Meng Hao elinde iki yaban tavuğuyla, Doğu Dağını aşan yolda yürümekteydi.

"Şişkoyu iki aydır görmüyorum, acaba biraz olsun zayıflamış mıdır?" Şişkoyu düşünen Meng Hao, gülümsedi. Sonra yürümeyi kesti, gözleri çakmak çakmak oldu.

İleriden estiğini hissettiği hafif esinti, beraberinde ince bir sis tabakası getiriyordu. Şatafatlı beyaz bir cübbe giyen genç bir adam, sisin içinden yürüyerek çıktı.

Diğer Dış Cemiyet öğrencilerinden bariz bir farklılığa sahipti. Giysileri kar kadar beyazdı ve uzun saçları, omuzlarından aşağı doğru dalgalanmaktaydı. İnanılmaz yakışıklı, hatta neredeyse güzeldi ve her konuda, hem kişilik hem de fiziksel olarak mükemmel olduğuna dair bir his yayıyordu. Sanki Cennet tarafından kutsanmış, doğuştan bir Seçilmişti.

Sanki hiçbir şey onu etkileyemezmiş gibi kayıtsız ve soğuk bir ifadesi vardı. Üzerine dağlar yıkılsa bile sakinliğini koruyabilirmiş gibiydi. Arkasındaki sis dalgalanıyor, köpürüyordu.

Daha da arkasında, beyaz cübbeli genç adamla kıyaslandığında leş görünseler de normal insanlara göre yakışıklı iki genç onu takip ediyordu.

"Wang Ağabey, duyduğumuza göre Cemiyet birkaç yıl içinde İç Cemiyete giriş için özel bir eğitim yapacakmış. Biz küçük kardeşler, bu fırsatı değerlendirerek sizi erkenden tebrik etmek isteriz."

"Evet. Wang Ağabey daha cemiyete yeni katılmışken bile çok ünlüydü. Diğer üç büyük Cemiyetin bile dikkatlerini çekmişti. Lakin sonuçta, İnanç Cemiyetiyle kalmayı tercih ettiniz. Ne kadar olağanüstü bir yücelik! Cemiyetin kurallarını hiçe saymayı reddetmek, dışarıdan gelen davetleri görmezden gelmek ve iki yılda Ki Yoğunlaştırmada altıncı seviyeye ulaşmak. Hatta Reislerden birinin, bu özel eğitimin yalnızca Wang Ağabey için düzenleneceğini söylediğini duydum."

"Bu doğru. Wang Ağabey İç Cemiyete girsin, Xu Ablayı ve Chen Ağabeyi kısa zamanda geçer. İnanç Cemiyetinin en güçlü ve ünlü öğrencisi olur."

"Aptal aptal konuşmayın," dedi nazik bir sesle, beyaz cübbeli adam. "Xu Abla bir Seçilmiş ve Chen Ağabey tüm kalbiyle Yola odaklı. İkisi hayranlık ve saygı duyduğum öğrenci kardeşlerdir." sesi hafif ve sıcaktı ama aynı zamanda erkeksiydi ve kulağa hoş geliyordu. O, Dış Cemiyetin bir numaralı öğrencisi Wang Tengfei'ydi.

"Ağabey, Yetiştirme konusunda muazzam bir ustalığa ulaştı. Biz küçük kardeşler, böyle doğuştan yetenekli ve iyi huylu olan zatınızdan eğitim almaktan mutluluk duyuyoruz."

"Evet, Wang Ağabey herkese, hatta Ki Yoğunlaştırmada ilk seviyede olan öğrencilere bile nazik davranıyor. Cemiyetteki herkes bunu biliyor. Size hayranlık duyuyoruz."

Üçü kendi aralarında konuşurken, yavaşça Meng Hao'ya doğru yürüyorlardı. Beyaz cübbesi içindeki Wang Ağabey, Meng Hao'ya bir bakış attı ve hafifçe kafasını yukarı aşağı oynattı. Meng Hao onları geçti, diğer iki öğrenci ona bir bakış bile atmamıştı. Onlar uzaklaşırken, arkalarından baktı. İşte o anda, beyaz cübbeli adamın ayaklarının yere değmediğini gördü. Bunun yerine, ayakları yerden yedi inç kadar yukarıdaydı ve süzülüyordu. Meng Hao hayrete düştü.

Kendisinin herhangi bir konuda bu adamla kıyaslanamayacağını fark etti. Çelimsizdi ve kırık tenliydi, çekici bir yanı yoktu. Üstelik iki elinde çırpınan iki tavuk vardı.

"Demek bu Wang Tengfei Ağabey. Ki Yoğunlaştırmada beşinci seviyeye ulaşanların kullanabileceği, havada süzülebilme yeteneğine sahip. " Wang Ağabey hakkında birçok dedikodu duymuştu ve onunla ilgili birçok şeyi biliyordu. Wang Tengfei Cemiyete ilk girdiğinde, Zhao Eyaletinin Yetiştirme dünyasında büyük karmaşa oluşmuştu. İnanç Cemiyetinin bu karmaşayı sona erdirmek için nasıl bir bedel ödediğini ya da bu kişinin neden kalmaya karar verdiğini kimse bilmiyordu.

"Tipim onunki gibi olsaydı, Kraliyet sınavlarında ilk sırayı alabilirdim. Hatta Kralın kızıyla bile evlenebilirdim."

Hayranlıkla dolan Meng Hao, döndü ve Kuzey Dağına doğru yürümeye devam etti.

Yol boyunca duraklamayıp, öğlene doğru Kuzey Dağına sınır olan vahşi dağlara ulaşmıştı. Şişkoyla birlikte ağaç kesmek için genelde buraya gelirlerdi. Yaklaştıkça ağaç kesme seslerini duymaya başladı. Gülümseyerek ilerledi ve çok geçmeden, ağaç kesen Şişko uzaktan görünür oldu.

Tam uzaktan selam verecekti ki durup bir adım geriledi.

"Benim karımı ve poğaçamı çaldın. Seni ölümüne keseceğim! Seni ölümüne ısıracağım!" Şişko hiç kilo vermemişti. Hatta biraz daha kilo almıştı. Yuvarlak bir topa benzemişti.

Kesilmiş tahta parçalarının arasında gözleri kapalı bir şekilde dikilmiş, uluyordu. Ağaçları baltalarken tüm vücudunu döndürüyordu. Sonra baltayı düşürüp uykuya daldı.

Baltanın uzun sapında derin ısırık izleri görülebiliyordu.

Meng Hao şaşırmıştı. Uzakta olduğu iki ay boyunca, Şişkonun uyurgezerliğinin bu derece ilerleyeceğini asla hayal etmemişti. Artık sadece gece değil gündüz de oluyordu.

Onu uyandırıp uyandırmama konusunda tereddüt ediyordu ki, Şişko gözlerini ovaladı ve burnunu oynattı. Parlak gözlerle etrafa bakınırken, ağzının suyu akacak gibi oldu.

"Yaban tavuğu kokusu alıyorum! Evet, iki taneler!" ormanda dikilen Meng Hao'yu göremiyordu ama yine de ayağa zıplayıp etrafa bakındı. Etrafındaki kesilmiş ağaçları görünce, suratında minnettar bir ifade göründü.

"Ah Meng Hao, ne kadar naziksin," dedi duygu dolu bir şekilde. "Gideli nice zaman geçti ama gizlice geri gelip, ağaç kesmeme yardım ediyorsun. Neredeyse iki aydır bu böyle gidiyor. Meng Hao, ben, Li Fugui hayatımda böyle bir arkadaşlık görmedim."

Uzakta dikilen Meng Hao, tüm bunları duymuştu ve şaşkına dönmüştü. Şişkoya tuhaf tuhaf baktı, sonra hafifçe öksürüp ileri adım attı.

Ortaya çıktığında, Şişko onu hissetmiş gibi göründü. Kafasını çevirdi ve heyecan dolu suratıyla ona baktı.

"Meng Hao, sonunda yüzünü gösterdin," dedi hevesle. "Her uyandığımda sana sesleniyorum ama hiç ortaya çıkmıyorsun... ah?" bakışları yaban tavuklarına çarpınca gözleri kocaman oldu.

Bir süre sonra alevler, tavukların etrafını sarmıştı ve hoş kokular etrafa yayılıyordu. Meng Hao ve Şişko birlikte hizmetçilik yaptıkları zamanki gibi karşılıklı oturmuşlardı. Tavukları mideye indirdiler.

"İki aydır yaban tavuğu yiyemiyordum," dedi Şişko, ağzı tavuk doluydu. "Bu kadar zamandır neden yüzünü göstermiyordun? Ağaç kesmeme hep yardım ediyorsun, niye yaban tavuğu da getirmiyorsun?" Meng Hao'ya bakan suratı bariz bir neşeyle doluydu. İnanç Cemiyetinde geçirdiği bu süre sonucunda artık Meng Hao'yu akraba sayıyor gibi görünüyordu.

Meng Hao gizemli bir şekilde güldü ve herhangi bir açıklama yapmadı. Tavuktan bir ısırık daha alıp, Şişkoya baktı. Şişkonun dişlerinin eskine nazaran daha uzun göründüğünü de o an fark etti.

"Yetiştirme çalışmaların nasıl gidiyor? diye sordu. "Ruhani enerjiyi hissetmeye başladın mı?"

"O konuyu açma," dedi derin bir iç çekişle. "Her gece çalışıyorum ama gariptir ki en ufak bir parça bile ruhani enerji hissetmedim. Olan tek değişiklik, dişlerimin uzaması. Dilimi ısırıp koparmaktan korkuyorum." morali bozulmuş görünüyordu.

"Ağzını aç," dedi Meng Hao aniden. "Dişlerine bir bakayım." Meng Hao gördüğü şey karşısında şaşkına döndü.

Bir ağız dolusu tavuğu da yuttuktan sonra ağzını açan Şişko, güneşte parıldayan bir dizi uzun dişi gözler önüne serdi. Onları inceleyen Meng Hao'nun suratı daha da tuhaflaştı. Gözlerine inanamıyordu. Şişkonun dişlerinde gezinen ruhani enerjiyi net bir şekilde hissedebiliyordu.

"Şişko nasıl bir çalışma yapıyor?" diye düşündü Meng Hao. "Ruhani enerji nasıl olur da dişine yönelir? Ruh Dişi mi oldular yani? Böyle çalışmaya devam ederse, gerçek hazinelere dönüşürler..." kafasını hayret içinde salladı.

Zaman geçti ve yakında güneş batmak üzere olmuştu. Meng Hao ve Şişko, eski zamanlarda yaptıkları gibi sohbet ettiler. Bakır aynayı hariç tutarak Dış Cemiyette başına gelen her şeyi Şişkoya anlattı.

Şişko, Ki Yoğunlaştırmada ilk seviyeye ulaşma ümidiyle dolu bir şekilde, hevesle dinliyordu.

Ayrılma vakti gelince Meng Hao, Şişkoya bir tane Ruh Yoğunlaştırma Hapı verdi. Hapı yuttu ve ayrıldılar. Ormana doğru kaybolan Meng Hao'yu izleyen Şişko melankolik hissediyordu, kendi kendine bundan sonra yetiştirme çalışmalarına dört kolla sarılacağına dair söz verdi.

Doğu Dağından geçerek gelmiş olan Meng Hao, dönüşte Batı Dağı yolunu kullanmaya karar verdi. Tüm İnanç Cemiyetini ilk defa dolaşmış olacaktı. Akşam çökerken, Batı Dağına çıkıntı yapan bir ovanın yanında yürüyordu. Ovanın ortasında kocaman taş bir yazıt vardı.

Taş yazıt, sanki kanla boyanmış gibi kırmızıydı. Donuk yüzeyine birkaç karakter kazınmıştı.

Düşük Seviye Herkese Açık Alan

Kenarında daha küçük boyutlarda başka karakterler vardı. Ki Yoğunlaştırmada dördüncü ve üzeri seviyedekilerin giremeyeceğini açıklıyordu. Yalnızca ilk üç seviyedekiler Herkese Açık Alana girebilirdi.

Yukarı bakan Meng Hao, birçok figürün birbirleriyle dövüşmekte olduğunu gördü. Gözlerini karartmış şekilde dövüşürlerken birçok teknik kullanılmaktaydı. Her yöne kan sıçrıyor, zavallı feryatlar etrafta yankılanıyordu. Bir kol koptu, bir taşıma çantası çalındı.

Orada dikilmiş olanları izliyordu ki birisi, çığlıklar içinde yokuş aşağı koşmaya başladı, peşinde koca cüsseli ve çirkince sırıtan bir adam takipteydi.

"Bana yardım et!"


"Seni Cao'dan kim kurtarabilir?!"

1 yorum: