Bölüm 14: Tehditler
Bunu duyduğunda, Cao Yang'ın vücudu kasıldı. Sadece o değil.
Herkes, Meng Hao'ya korku dolu gözlerle bakarak gerilemişi.
"Daha... daha fazla almak mı?" dedi titreyen Cao
Yang, sesi incelmişti. Meng Hao tarafından tutulmuyor olsaydı, çoktan yere
yıkılmıştı.
"Bir hap, bir Ruh Taşı," dedi Meng Hao, nazikçe.
Taşıma çantasından birkaç tane kan akışını azaltan hap çıkardı. "Kardeş,
için rahat olsun, ben tüm müşterilerime eşit davranırım. Bahtsızlığından
yararlanıp fiyatları yükseltmeyeceğim. Yakındaki Kardeşlerden herhangi birine
sor. Hap Yetiştirme Satış Pazarının itibarı baya iyidir."
Hapları gören Cao Yang'ın benzi soldu. Sonra Meng Hao'nun
suratındaki cana yakın ifadeye baktı ve sırtından soğuk terler akmaya başladı.
Kalbi sıkıştı, dişlerini gıcırdattı.
"Kardeş, sen malın iyisinden kötüsünden anlarsın.
Bunlar, Hap Yetiştirme Dükkanının en kaliteli malları." konuşurken, birkaç
tane Kan Pıhtılaştırma Hapı çıkardı ve ona verdi.
Cao Yang şifalı haplara ürkekçe baktı, sonra da Meng Hao'nun
taşıma çantasına acı dolu bir bakış attı. Meng Hao'nun suratına tekrar döndü ve
suratına yerleşmiş kaygıyı, endişeyi gördü.
Cao Yang aptal değildi ve Meng Hao'nun maksadını anlamıştı.
Damarlarındaki kan çekildi. Lakin şu an en önemli şey hayatıydı ve başka
seçeneği yoktu. Taşıma çantasından daha fazla Ruh Taşı çıkardı ve onları
gönülsüzce teslim etti.
Meng Hao taşları gülümseyerek aldı, sonra da şifalı hapları
tek tek Cao Yang'ın eline koymaya başladı. Kısa bir süre sonra, Cao Yang'ın
taşıma çantasındaki Ruh Taşları, bir yığın şifalı hap ile yer değiştirmişti.
Cao Yang'ın kalbi ağlıyordu. Acı içinde, titredi.
Sonra, Meng Hao'nun elinde hala beş hap tuttuğunu gördü ve
suratını çaresizlik ile şaşkınlık kapladı.
"Aldığın diğer haplar, iyileşmen için yeterli olacaktır.
Bu beş tanesi ise sonrası için, sağlığını korumana yardımcı olacaklar."
Cao Yang'a bakarken, düşünceli bir tonla konuştu.
"Elimde hiç taş kalmadı, gerçekten," dedi Cao Yang,
ağlamaklı bir ifadeyle Meng Hao'ya bakıyordu.
Meng Hao sevimli görüntüsünü korudu, hiçbir şey söylemedi. Cao
Yang'ın kafa derisi karıncalandı. Dişlerini gıcırdattı ve içindeki üzüntüyü yok
sayarak, içinde Ruh Yoğunlaştırma Haplarının, büyülü çubukların, uçan
kılıçların ve birkaç şeyin daha olduğu bir yığın büyülü eşya çıkardı.
"Hiç Ruh Taşım kalmadı, sadece bunlar var," dedi
çaresizce.
"Büyülü eşyalar da kabulümüzdür," dedi Meng Hao
eşyaları alıp taşıma çantasına koyarken.
Bir süre sonra, şifalı hap yığınını taşıyan Cao Yang, birkaç
öğrenci kardeşin kollarından aldığı destekle sendeleye sendeleye uzaklaştı.
Meng Hao, taşıma çantasını tatminkar bir şekilde okşadı. Daha
öğlen olmamıştı ve şimdiden tüm malları satmıştı. Zirvedeyken bırakmanın en
doğrusu olduğuna karar verdi ve bayrağını alıp, hala orada olan Yetiştiricilere
yarın tekrar görüşeceklerini söyledi. O
platodan aşağı yürürken, arkada sağlam bir muhabbet patlak vermişti.
Düşük seviye öğrenciler arasında Meng Hao'nun ününün giderek
arttığı bir on beş gün, göz açıp kapayana dek geçmişti. Platoda kurulan Hap
Yoğunlaştırma Satış Pazarını artık hepsi biliyordu.
Daha çok konuşulan şey ise, nazik bir mektepli gibi görünen
ama sinirlendiğinde fena patlayan pazar sahibiydi. Söylentiler yayıldı.
Bir öğleden sonra, Cao Yang rengi atmış suratıyla evinden
dışarı çıktı. Görünüşü kötü olsa da yaraları iyileşmişti. Meng Hao'dan
astronomik rakamlara satın aldığı haplar, iyileşmesinde baya etkili olmuştu.
Son on beş gündür saklanmaktaydı ve bugün dışarı adım
atabildiği ilk gündü. Başta tereddüt eder gibi göründü ama sonunda Dış
Cemiyetin içinden yürüyerek, birkaç binanın olduğu bir alana vardı. Bir
tanesinin önünde durdu.
"Cao Yang, Lu Ağabeyle görüşme talep eder," dedi,
ellerini önünde yumruk selamıyla kavuşturmuş şekilde tutarak.
İçeride, otuz yaşlarında gösteren yeşil cübbe giymiş bir adam
bağdaş kurmuş, oturuyordu. Yakışıklı bir adam değildi ama aşırı küstah bir
görüntüye sahipti. Gözleri titreşerek açıldı ve dışarıda duran Cao Yang'ı
dikkatle süzdü.
"Ne oldu?" dedi soğukça.
"Şey, Lu Ağabey, ben... ben birkaç gün önce
soyuldum." Cao Yang ağzındaki baklayı çıkardı, endişeli hissediyordu.
Dışarıdaki insanlar onu, Lu Ağabeyin kuzeni olarak biliyordu ama aslında, kan
bağları yoktu. Lu Ağabey genelde kapalı meditasyonda olurdu ve Cao Yang'ı hiç
umursamazdı.
Cao Yang'ın herhangi bir zorlukla karşılaştığında, yanına
geleceğini bilirdi.
Söylenenleri duyduğunda, Lu Ağabey biraz sinirlenmiş göründü.
"Seni soyan da kim?" diye sordu kayıtsızca.
"Meng Hao isminde bir Dış Cemiyet öğrencisi," diye
yanıtladı Cao Yang.
"Meng Hao?" Lu Ağabey bir süre düşündü.
"Aciz ve aptal adamın teki," dedi Cao Yang nefretle.
"Ama platoda bir pazar kurmuş, dövüşte yaralananlara şifalı hap kakalıyor."
"Hap mı kakalıyor?" dedi Lu Ağabey, homurdanarak.
Gözleri çakmak çakmak olmuştu.
"Evet. Şu an düşük seviyeler arasındaki en ünlü
öğrencilerden biri. Bir dükkan açıp insanları ondan hap satın almaya zorluyor.
Herkes onun gibi bir insanla aynı topluluğu paylaşmaktan utanç duyuyor ve
yakınıyor. Herkes ondan iğreniyor. Cennetin ve dünyanın öfkesini uyandırdı! Lu
Ağabeye, adaleti uygulaması için yalvarıyorum." o gün düştüğü perişan hali
hatırlayan Cao Yang'ın suratı sinirden çarpılmıştı.
Aslında Lu Ağabey az önce Cao Yang'ın söylediği hiçbir şeyi
umursamıyordu. Lakin yine de, gözleri parıldadı.
"Yetiştirme üssüm şu anki seviyesine, soyduğum onca
düşük seviye öğrenci sayesinde yükseldi. İnanç Cemiyetinde geçen bunca yılda
nasıl olur da bir dükkan açıp millete hap kakalamayı düşünemem..." iç
geçirdi ve dizini dövdü.
İçeriden gelen sesi duyan Cao Yang, ne anlam ifade ettiğinden
emin olamamıştı ve şaşkın bir şekilde binaya bakmaktaydı. Sormaya cüret
edemedi. Az sonra, Lu Ağabey ona intikam arayışında yardımcı olacağına dair
herhangi bir güvence vermeden onu kışkışladı.
Ertesi gün şafak sökerken, Meng Hao da elinde bayrağıyla
platoya doğru gitmekteydi. Ruh hali çok iyiydi. Platoya giden yolda yürümeye
alışmıştı. Oraya ulaşınca, kayasının üzerine oturdu.
O görünür görünmez, platodaki diğer Yetiştiricilerin benzi
soldu. Son on beş günde, Meng Hao tarafından hayattan tamamen soğuyacak şekilde
işkence görmüşlerdi. Lakin buraya gelmeseler, nasıl başka öğrencileri soyacaklardı?
Burası dışında başkalarını öldürmek yasaktı, bu yüzden gelmekten başka çareleri
yoktu. Genelde, Meng Hao gelir gelmez dövüşmeyi bırakıyorlardı.
Ama insanların öldürme arzusu kaçınılmaz olarak artıyor,
düşmanlıklar körükleniyordu. İşler yavaşlamış olsa da, Meng Hao hala kâr
ediyordu.
Belirtilmesi gereken başka bir konu da, Meng Hao pazarı
kurduğundan beri ölümler azalmıştı. Bunu vurgulamayı ihmal etmedi ve satış
taktiklerini belirlemede konuya özel bir yer verdi.
Meng Hao, her zamanki gibi olası müşterileri belirlemeye
çalışmaktaydı. Kendi kendine, bunun en iyi çalışma şekli olmadığını düşünmekteydi.
Yunjie Kasabasındaki dükkan sahiplerinin hep çırakları olurdu. Bu yeni fikir
aklında şekil almaya devam ederken, uzaktaki otuzlarında adam gözüne çarptı.
Aşırı küstah bir görüntüsü vardı ve elinde, tıpkı Meng Hao'nun bayrağına
benzeyen bir bayrak tutuyordu. Üzerine büyük harflerle birkaç karakter
çizilmişti.
Hap Yetiştirme Satış Pazarı 2.
Bu adam, düşük seviyenin bir numaralı öğrencisi Lu Hong'du.
Yetiştirme üssü, Meng Hao'nunki gibi üçüncü seviyeye ulaşmak üzereydi. Meng Hao
adama bir kez baktıktan sonra daha da ilgi göstermedi. Meng Hao, adamın
bayrağında yazanlardan pek hoşlanmasa da her işte taklitçiler olurdu.
Platodaki diğer Yetiştiriciler bir anlığına bakıştılar, sonra
dövüşlerine devam ettiler. Meng Hao bir saat sonra, dövüşen iki kişiyi gözüne
kestirdi. Hızla yanlarına gidip bayrağını yere dikti. Lu Hong da aynı anda
yanlarına gelip kendi bayrağını dikti.
Yanlarına dikilmiş iki bayrak, dövüşenlerin soğuk terler
dökmesine neden oldu. Yanlarında dikilen bu iki insanın gücü, endişelerinin
temelini oluşturmaktaydı. Normalde bir tanesi bile rahatsız olmalarına yeterdi
ama şu an iki kişi olmuşlardı ve gözleri dövüşenlere dikilmişti.
"Kardeş, bir şifalı hap satın almak emniyetinizi kesinleştirir,"
dedi Meng Hao hızlıca. "Her hap bir Ruh Taşı. Tüm müşterilerime eşit
davranırım."
"Lu'nun haplarını alın, onlar da bir o kadar
etkili," dedi Lu Hong diğer taraftan. Dövüşçülere bakarken, gözlerindeki
cinayet vaadini gizlemeye çalışmıyordu.
İki dövüşçü korkudan tir tir titredi, kavga etme istekleri
tamamen kaybolmuştu. Ruh Taşlarını çıkarıp Lu Hong'a verdiler ve tabanları
yağladılar. Meng Hao homurdandı. Bu resmen soygundu ve eğer işler böyle giderse
yakında, Herkese Açık Alanda kimse kalmazdı. Onun istediği şey bu değildi.
Öğleden sonraya doğru Meng Hao'nun satışları büyük oranda
düşmüştü. Sabahki bir teslimat haricinde hiç satış yapamamıştı. Lu Hong yanlışı
doğruyu umursamıyor, insanları satın almaya zorluyordu. Eğer almazlarsa da
onlara saldırıyordu. Yakında, plato tamamen boşalmıştı.
Lu Hong kazandığı bir düzine kadar Ruh Taşına baktı.
Dışarıdan kayıtsız ve umursamaz görünüyordu ama içinde heyecan fırtınaları
kopuyordu.
"Bu gerçekten kârlı bir iş. Bunu daha önce
düşünebilseydim, o kadar çok sayıda düşük seviyeli öğrenciyi soyduğum için
dalga konusu olmazdım. Ah şu Meng Hao da burada olmasaydı, ona uyuz
oluyorum." tabii ki buraya Cao Yang istedi diye değil, Meng Hao'nun işini
taklit etmek için gelmişti. Şimdi tadını almış olduğundan, tekel olmak
istiyordu. Gözlerinde cinayet vaadiyle Meng Hao'ya baktı.
"Birkaç gün daha güçlenme çalışması yapacağım,"
diye düşündü, "sonra da onu öldüreceğim."
Lu Hong'un düşük seviyeler içinde bir numaralı öğrenci olma
ünü sağ olsun, ertesi gün pek az insan Herkese Açık Alana geldi. Gelenler de,
önceki gün orada olmayanlardı. Bir sürü şifalı hap satın almak zorunda kaldılar.
Meng Hao, Lu Hong gibi çalışmak istemediğinden tek bir satış bile yapmadı.
Meng Hao'ya baktıkça, adamın öldürme arzusu da artıyordu.
Meng Hao üçüncü günün akşamında sessizce ayrılıyordu ki, Lu Hong'un arkadan
gelen küstah sesini duydu. Orada bulunan tüm azınlık da duydu.
"Eğer yarın bayrağını görürsem, Yetiştirme üssünü felç
ederim."
Meng Hao bir anlığına durdu. Hiçbir şey söylemedi ama gözleri
soğuk bir güçle parladı. Sessizce ayrılıp, Ölümsüz Mağarasına döndü.
"Beni taklit eden sensin," dedi Meng Hao, hırçın
gözlerle. "Sonra saksağanın yuvasına konan kumru gibi, benim işimi
çalıyorsun. Ardından da benim Yetiştirme üssümü felç edeceğini
söylüyorsun!" Lu Hong'un gözlerindeki cinayet vaadini düşünen Meng Hao,
Ölümsüz Mağarasındaki ikinci odanın taştan kapısını iterek açtı. Yoğun ruhani
enerji hemen dışarı sızmaya başlamıştı. Meng Hao bağdaş kurarak oturdu.
Birkaç ayın birikimi olan ruhani enerjiyi soğurdu. Şafak
sökerken, parıldayan gözleri açıldı. Bir atlama yaşamıştı. Artık zirveden bir
gıdım uzakta değildi, üçüncü seviyenin zirvesindeydi. Şimdi dördüncü seviyeye
bir nefes kadar uzaktaydı.
Ama bu, kolay bir nefes değildi. İnsanın Yetiştirme üssü ne
kadar yüksekse, ilerleme kaydetmesi de o kadar zordu, özellikle beşinci ve
yedinci seviyelerde. O seviyelerde genelde tıkanıklık yaşanırdı, aşılması çok
zordu. Meng Hao homurdandı, dişlerini gıcırdattı ve taşıma çantasını açıp yakın
zamanda kazandığı tüm Ruh Yoğunlaştırma Haplarını çıkarmak için kendini
zorladı. Sonra bakır aynanın gizemli gücüyle, o çok değerli Ruh Taşlarını
kullanıp daha da fazla Ruh Yoğunlaştırma Hapı kopyaladı.
Ruh Yoğunlaştırma Hapları pek iş görmüyordu ama çok sayıda
olduklarında, biraz etki sağlıyorlardı. Gerçi bu metodu her kullandığında, hapların
işe yararlılığı daha da azalacaktı.
"Önce ben onu felç etmezsem, yarın beni yok
edecek." tereddüt etmeden hapları ağzına atıp yuttu.
Vücudundaki ruhani enerji biraz eksikti, bu yüzden Ruh
Yoğunlaştırma Hapları ayrıştığında, bedeni titremeye başladı. Yetiştirme
üssünün bir taşkın gibi fışkırdığını hissetti. Beyni uğuldadı ve bilinci biraz
da olsa soldu. Etraf tekrar berraklaştığında, gözleri parıldıyordu. Fakat yine
de Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviyeye ulaşamamıştı. Dişlerini sıktı. Başka
çaresi olmadığından, daha fazla Ruh Yoğunlaştırma Hapı kopyaladı ve onları da
yuttu.
Bir kez, iki kez, üç kez. Beyni, sanki azgın dalgalar çarpıyormuş
gibi şiddetle titredi. Sonra bir gümleme oldu ve gözleri bulanık görmeye
başladı.
Büyük miktarda pislik, vücudundaki deri hücrelerinden dışarı
sızmaya başladı ve sızdıkça, Meng Hao'nun görüşü daha berrak, bedeni daha temiz
oluyordu. Yaklaşık bir saat sonra, gözleri göz kamaştırıcı bir şekilde
parlıyordu ve zihni tamamen açılmıştı.
"Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviye!" Yetiştirme
üssünün ulu bir nehir gibi gürüldediğini hissediyordu. Onu döndürdükçe, bir
fırtınanın kükremesi gibi sesler geliyordu, korkutucu ve hayret vericiydi.
Sakin yüz ifadesiyle, son on beş günün ganimetleri olan beş
uçan kılıcı, taşıma çantasından çıkardı. Hepsi Hazine Köşkünün ürünleriydi, standart
üretim ve tıpatıp aynı görünüşler.
Elde ettiği bazı başka büyülü eşyalar da vardı. Derin bir iç
çekti, sonra da gözlerini kapayıp meditasyon yaparak sabah olmasını bekledi.
"Cemiyete girip Yetiştirme çalışmalarıma başladıktan
sonra, tek seçeneğim... Yetiştirme üssümü geliştirebilmek için başkalarını
soymaktı. Lakin kimseyi incitmek istemedim. Bu yüzden de böyle bir iş kurmayı
akıl ettim. Ama şimdi işim baltalandı ve felç edilmekle tehdit edildim... Bu,
çok ileri gitmektir!"
Şafak söktüğünde, Meng Hao gözlerini açtı ve Ölümsüz
Mağarasından ayrıldı. Yıkandıktan sonra direk platoya yöneldi.
Hobaa cok saglam kavga geliyor
YanıtlaSilFelç etmek ya da felç edilmek, işte bütün mesele bu.
SilMeng Hao bununda üstesinden gelir dostum
YanıtlaSil