11 Nisan 2016 Pazartesi

Cennetleri Mühürlemeliyim (ISSTH) - Bölüm 15

Bölüm 15: Kesin Saldırı

Şafak vakti. Platoda. Özellikle bu sabahın erken vaktinde, Meng Hao'nun geçmiş aylardaki satış politikası ve Lu Gong'un son günlerdeki zorbalıkları sonucu, etrafta pek az Yetiştirici vardı.

Meng Hao platoya vardığında, orada olanlar gözlerini kocaman açtı ve her biri iç geçirip, işlerin ne zaman eski haline döneceğini merak etti.

Bir an sonra ise hayretten ağızları açık kalmıştı. Meng Hao platoya girmemişti, bunun yerine dışarıda oturmuş, bacaklarını çaprazlayıp, gözlerini kapamıştı. Orada öylece hareketsiz kaldı.

Bu garip görüntü hepsini şaşırtmıştı. Birbirlerine baktılar ve bir şey hatırlar gibi olup kendi aralarında sinsi gülüşler paylaştılar.

Zaman geçti ve artık sabahın geç vakitleri gelmişti. Plato gittikçe daha da kalabalıklaştı ve her gelen, Meng Hao'yu ve onun alışılmadık halini fark ediyordu.  İnsanlar, neler olacağına dair tahminler yürütmeye başladı. Herkes o kadar meraklanmıştı ki, hiçbiri dövüşmedi.

"Lu Ağabey'in sözleri gerçekten işe yaramış olabilir mi? Meng Hao, bize hap kakalamaya cüret edemeyecek kadar korktu mu?"

"Öyle olmalı. Lu Ağabey, düşük seviye öğrenciler arasında bir numara. Eğer sana defolmanı söylüyorsa, defolmaktan başka seçeneğin yoktur."

"Bu adamın kendi postu için bu kadar korkacağını kim düşünürdü? Tek yaptığı, kendinden daha güçsüzlere kabadayılık yapmak. Ne kadar kibirli göründüğüne bak. Boktan bayrağını getirmedi diye, Lu Ağabey'den paçayı kurtaracağını sanıyor." birçoğu böyle konuşuyordu. Güçlü biri tarafından soyulduklarında şikayet etmezlerdi. Lakin zayıf ve nazik görünümlü biri onları ticari zekasıyla yendiğinde, yakınmaların sonu gelmezdi.

Lu Hong uzun zamandır gücü elinde tutuyordu. İlk geldiği gün yaptığı amansız saldırıdan bugüne dek, insanları ondan alışveriş yapmaya zorluyordu ve herkes çaresizdi. Lakin buna rağmen, durumla ilgili ellerinden gelen bir şey yoktu. Hatta birçoğu, Lu Hong'un son zamanlarda biraz daha nazikleştiğine inanıyordu.

Meng Hao Cemiyete gireli pek olmamıştı ve ne çok güçlü ne de çok kibirliydi. Ayrıca işini nezaket kuralları çerçevesinde icra etmekteydi ama herkes bıkmadan şikayet ediyordu.

Meng Hao tüm konuşmaları duydu ama yüz ifadesi her zamanki gibi sakin kaldı. Herkese Açık Alanın dışında oturmuş, meditasyon yapıyor olmasının nedeni tabii ki girmek istememesi değil, Yetiştirme üssünün artık Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviyeye ulaşmış olması ve istese de alana giremeyecek olmasıydı.

Etrafta konuşma sesleri yankılanırken, dağın eteklerinde biri göründü. Yeşil bir cübbe giymişti, yaklaşık otuz yaşında gösteriyordu ve inanılmaz kibirli bir surat ifadesi takınmıştı. Arkasında birleştirdiği elleriyle, yavaşça yaklaşan bu kişi, Lu Hong'du.

O görünür görünmez, Meng Hao'nun gözleri açıldı ve ışıkla parladı. Herkes, ayağa kalkıp taşıma çantasını tokatlayışını izledi. Küçük, beyaz bir kılıç ortaya çıktı. Kılıçtan yayılan hare parıldayıp, soğuk bir baskı oluşturdu. Meng Hao ileri atıldı ve kılıç haresi, Lu Hong'a ulaşabileceği en kısa yoldan ilerledi.

Bu olur olmaz, bir tantana kopmuştu. Herkes, Meng Hao'nun korkusuzluğundan etkilenmişti... Gerçekten de, düşük seviyeli bir numaralı öğrenci Lu Hong'a bela mı çıkaracaktı?

"Lu... Lu Hong'la kavga edecek!"

"Eninde sonunda kapışacaklardı. Meng Hao, Cao Yang'ı yaraladı ve Lu Hong da onun işini baltaladı. Bu dövüş kaçınılmazdı. Tek hayal edemediğim, Meng Hao'nun bu şekilde saldırmaya cüret etmesiydi. Sanırım kendi sınırlarının farkında değil."

"Lu Ağabey yıllardır üçüncü seviye. Meng Hao kesinlikle kaybedecek."

Lu Hong'un gözleri, Meng Hao üzerine koşuyor olsa dahi çakmak çakmak olmuştu. Bugün Meng Hao'yu görürse, onun kellesini koparmayı zaten planlamıştı. Ve şimdi, rakibi ona ilk saldırıyı yapmaya cüret etmişti. Bu onun işine geliyordu. Homurdandı ve Meng Hao'ya doğru, bedeni bir gökkuşağına dönüşmüş görünecek kadar hızlı şekilde atıldı. Sağ eli taşıma çantasını tokatladı ve mor renk bir uçan kılıç ortaya çıktı.

Uçan kılıç, beraberinde kulaklara zarar bir ıslıkla belirdi ve 30 metre çapında bir ışık altınımsı mor renkte kılıçtan yayıldı.

"Bu, Lu Ağabeyin Mor Yang Kılıcı!"

"Öyle! Duyduğuma göre yaptığı özel bir hizmetten ötürü Cemiyet tarafından Mor Yang Kılıcıyla ödüllendirilmiş. Gizemli bir keskinliğe sahipmiş."

İki insan, bir dağ. Dağın eteğinde, birbirlerine doğru atıldılar.

Etrafta yankılanan kükremesi yarıda kesilen Lu Hong'un suratı değişti ve ağzından kan fışkırdı. Birkaç adım geri uçtu ve şaşkınlıkla Meng Hao'ya baktı.

"Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviye!"

Meng Hao biraz utanmış göründü. Daha Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviyeye yeni ulaşmıştı ve kavrayışı çok kuvvetli değildi. Seviyesinin tüm gücünü serbest bırakamıyordu.

Basit ama vahşi bir saldırı yapmıştı. Lakin şimdiden uçan kılıcı çatlaklarla dolmuştu. Rakibinin silahı büyüleyici bir keskinliğe sahipti ve kendi silahına hasar vermişti.

Meng Hao'nun çok fazla dövüş tecrübesi yoktu ama altı ay kadar vahşi hayvanların peşinde koşması, reaksiyon hızını arttırmıştı. Buna ek olarak, platoda geçen onca zaman boyunca birçok dövüşe şahit olmuştu. Lu Hong geri çekilirken o da taşıma çantasını tokatlayıp, peşinden koştu. Çatlamış uçan kılıcın yanında bir başka uçan kılıç peyda oldu. İki kılıcın haresi birleşip, Lu Hong'a doğru atıldı.

Hızlanan Meng Hao'nun parmakları şakladı ve alevler etrafında dans etmeye başladı. Üç adım ötede, kolu kalınlığında ve yaklaşık yarım metre uzunluğunda bir Alev Yılanı oluştu. Havada kıvrıldı, sonra bir kükreme koyuverip Lu Hong'a doğru fırladı.

Şaşkınlık içinde görünen Lu Hong, ağzından kan tükürdü ve endişeyle geriledi. Gözleri öfkeyle yanıyordu. Biliyordu ki birkaç büyülü eşyaya sahip olması ve Meng Hao'nun dördüncü seviyeye daha yeni çıkmış olması, mücadelenin sonucunu belirsizleştiriyordu. Fakat eğer Meng Hao'yu yok edebilirse, kendi itibarı tavan yapacaktı.

Öldürme arzusu, gözlerinden yayıldı. Parmakları oynadı, bunun üzerine elinde, ışıldayan, göz alan bir su küresi oluştu. Küreyi fırlattığında, küre patlayıp sayısız Su Okuna dönüştü ve ardından Alev Yılanına doğru uçtu.

Parmakları tekrar dans etti ve Mor Yang kılıcı, Meng Hao'nun iki uçan kılıcına çarptı. Demirlerin ezilme sesine benzer bir gürültü yankılandı. Meng Hao'nun uçan kılıçları parçalara ayrıldı ve Mor Yang kılıcı, Su Oklarının ardına düşüp Alev Yılanına doğru uçtu.

Alev Yılanı, yankılanan bir kükremeyle birlikte toz bulutuna dönüşüp yok oldu. Su Okları sise dönüştü ve Mor Yang kılıcı Lu Hong'a geri döndü. Altınımsı mor haresi eskisi kadar güçlü parlamıyordu ve keskin kısmında bir çatlak oluşmuştu, gerçi hala her zamanki kadar keskindi.

"Ki Yoğunlaştırmada böyle bir dördüncü seviye ve kalitesiz silahlarınla, seni yenmek çok zor olmayacak. Daha beşinci seviye olmadığını düşünürsek, Alev Yılanı sanatını bu şekilde kaç kez kullanabilirsin?" Lu Hong, içinde uçan kılıcıyla ilgili endişe duyuyordu ama takındığı gülümsemeyle bunu dışarı yansıtmıyordu. Bir adım bile gerilemedi.

"Kılıcın inanılmaz keskin olabilir fakat onu daha kaç kez kullanabileceksin göreceğiz. Uçan kılıçlardan bahsetmişken... Elimde birkaç tane daha var. Ki Yoğunlaştırmada beşinci seviyeye ulaşmam konusunda da, Xu Ablanın bana verdiği onca şifa hapının yardımıyla pek yakında ilerleme sağlayacağım." suratında hiçbir duygu belli etmiyordu fakat Meng Hao, içinde çok büyük bir endişe hissediyordu. Sonuçta bu, onun ilk gerçek dövüşüydü. Taşıma çantasını tokatladı ve üç uçan kılıç daha ortaya çıktı. Lu Hong'a doğru fırladılar.

Lu Hong bir anlığına kaygılanmış göründü ama uzun süre tereddüt etmedi. Kükredi ve Meng Hao'nun uçan kılıçlarını, kendi Mor Yang Kılıcıyla karşıladı.

Bam bam bam! Üç kılıç parçalandı. Fakat Mor Yang Kılıcının haresi de en azından yarı yarıya zayıflamıştı. Yüzeyinde daha fazla çatlak oluştu ve Lu Hong inanılmaz endişeli göründü.

Herhangi bir şey yapmaya fırsat arıyordu ki, Meng Hao bir kez daha kayıtsızca tokatladığı taşıma çantasından, vızıldayan üç uçan kılıç daha çıkardı. Kolunu savurdu ve başka bir Alev Yılanı yoktan var oldu. İzleyenlerin ağzı açık kalmıştı.

"Meng Hao... Ha... Harbiden Lu Ağabeyi zor duruma soktu. Sahiden de Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviyeye ulaşmış!"

"Daha Cemiyete yeni girdi ama şimdiden Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviyede. Lu Ağabeyle nasıl başa çıktığına baksanıza, kesinlikle dördüncü seviye. Lakin Yetiştirme çalışmaları nasıl bu kadar hızlı gidebilir? Xu Abla, ona bu kadar yardımcı olabilecek ne verdi? Lanet olsun, benim de sırtımı dayayabileceğim böyle biri olsaydı belki ben de Yetiştirmede bu kadar hızlı ilerlerdim." kalabalık tantanaya boğuldu, suratlarında büyük bir kıskançlık mevcuttu.

Lu Hong'un suratı tekrar değişti ve dişlerini gıcırdatıp geri çekildi. Parmakları tekrar hareket etti ve bir başka Su Küresi oluşturdu. Rakibinin bu kadar çok büyülü eşyaya sahip olabileceğini asla hayal edemezdi.

Meng Hao'nun kılıçlarıyla Alev Yılanı parçalara ayrılırken bir patlama sesi yankılandı. Mor Yang Kılıcının haresi artık tamamen kararmıştı. Fakat Lu Hong'u asıl şaşırtan şey, ifadesiz suratıyla üç uçan kılıç daha çıkaran Meng Hao'ydu. Bu üç kılıç da parçalara ayrılırken bir başka patlama sesi duyuldu. Mor Yang Kılıcı ağlamaklı bir çığlık sesi çıkarıp, parçalanarak yok oldu.

Lu Hong'un gözleri kocaman oldu ve kan tükürerek geriye sendeledi. Bakışları Meng Hao'ya kenetlenmişti.

Meng Hao'nun suratında herhangi bir değişiklik olmadı ama içinde şiddetli bir endişe vardı. Her bir uçan kılıç, bir Ruh Taşı demekti. Sağ elini salladı ve bir tane daha Alev Yılanı, kükreyerek ve kıvrılarak etrafında döndü. Sonra da Lu Hong'a doğru uçtu.

Meng Hao, geri çekilmekte olan Lu Hong'a bir gökkuşağı gibi hızlanarak atıldı, arkasından Alev Yılanı gelmekteydi. Bir uçan kılıç daha ortaya çıktı ve anında Lu Hong'un bir metre uzağında bitmişti, kılıcın haresi ölüm gibi üzerine çöktü.

"Bunu yapmaya beni sen zorladın!" diye bağırdı Lu Hong, saçları karışmış, giysileri kanla lekelenmişti. Cemiyete girdiği günden bu güne kadar hiç bu kadar kötü bir duruma düşmemişti. Gözleri yandı. Bir nara atarak cübbesini yırttı ve boynundan aşağı sarkan yeşim şişeyi gözler önüne serdi. Toplayabildiği tüm ruhani enerjiyi şişeye yöneltti.

Şişe şiddetle parlamaya ve etrafta yankılanan bir vızıltı çıkarmaya başladı. Lu Hong'un önünde, boynunda asılı olandan kat kat büyük, koca bir yeşim şişenin görüntüsü belirdi. Neredeyse yarım insan boyundaydı.

Aslında Lu Hong'un Yetiştirme üssü, şişenin tüm gücünü serbest bırakacak kadar kuvvetli değildi. Titreşen görüntü her an dağılıp, kaybolacak gibi görünüyordu. Görüntü netleşmek üzereydi ki, Lu Hong bir ağız dolusu kan tükürdü ve tekrar geriledi, rengi ceset gibiydi. Buna rağmen Meng Hao'ya delicesine ve öldüresiye bir öfkeyle bakıyordu.

Şişe tüm gücünde olmasa da, içine sıkıştırılmış ruhani enerji Meng Hao'nun surat ifadesinin aniden değişmesine neden oldu. Sonra hayali şişeden gök gürültüsünü andıran bir kükreme geldi ve şişenin ağzından kalın, yeşil bir ışın fırlayıp Alev Yılanına ve Meng Hao'ya çarptı.

"Bu, bana Wang Tengfei Ağabey tarafından verilen bir büyülü eşya. Normalde Ki Yoğunlaştırmada dördüncü seviyeye ulaşınca kullanılıyor. Fakat sen ölmeyi o kadar çok istedin ki, Meng Hao, beni bu eşyayı erken kullanmaya zorladın ve şimdi bunun bedelini ödeyeceksin. Bu sefer kesin nalları diktin." Lu Hong vahşice kahkaha atmaya başlıyordu ki kahkaha boğazında tıkandı; sanki yıldırım çarpmış gibi kalmıştı. Hayret içinde baktı.

Yeşil ışın Meng Hao'ya çarpıp, onu on metre kadar geri itti. Nasıl olduysa, Meng Hao'nun vücudunu çevreleyen pembe bir kalkan tarafından engellenmişti. Yeşil ışın dağılırken, pembe kalkan da dağıldı. Küçülerek Meng Hao'nun elinde tuttuğu pembe bir yeşim kolyeye dönüştü. Yüzeyini çatlaklar sarmıştı.

Yeşim kolyeyi sıkıca kavradı, sırtından aşağı soğuk terler iniyordu ve kalbi korkuyla atıyordu. Eğer Xu Ablanın ona verdiği yeşim kolyeyi çantasından çıkarmamış olsaydı, şişenin korkutucu gücü tarafından yok edilmiş olacaktı.

"Bu nasıl bir büyülü eşya!?" Meng Hao, ağır yaralı olduğu belli olan Lu Hong'un boynundan sarkan yeşim şişeye baktı. İleri atılıp şişeyi kaptı ve vakit kaybetmeden onu taşıma çantasına koydu.

"Onu bana Wang Tengfei Ağabey verdi! Eğer çalmaya cüret edersen, onun öfkesine maruz kalırsın!" Lu Hong'un iradesi çüktü ve vücudu titremeye başladı. Hala hayret içindeydi, şişenin bu rakibe karşı etkisiz kalacağını aklının ucuna getirmemişti.

"Cemiyet kurallarının açıkça belirttiği üzere, bir şey senin eline geçerse o artık senindir," dedi Meng Hao. Bir an tereddüt etmişti ama sonra yeşim şişenin fazla güçlü olduğuna karar kıldı. Onu geri vermeyecekti. Düzeltilmesi çok zor olan bir düşmanlık bağı kurulmuştu. Kalbinde nefretle, soğuk bir şekilde Lu Hong'a baktı.

"Burası Herkese Açık Alan değil," dedi Lu Hong, gözleri korku ve çaresizlikle doluydu. Herkesin duyabilmesi için sesini yükseltti ve şöyle dedi, "Eğer beni öldürmeye kalkarsan, bu Cemiyet kurallarına karşı gelmek olur!"

"Ben, Meng Hao, Cemiyet kurallarını çiğnemeyeceğim. Lakin dün bana, Yetiştirme üssümü felç edeceğini söyledin. Bu yüzden bugün, aynısını ben sana yapacağım." tamamen sakin bir şekilde bir elini kaldırdı ve uçan bir kılıcı, Lu Hong'un karnındaki Ki Geçitlerini delmek ve Yetiştirme üssünü ezmek için gönderdi. Sonra da Lu Hong'un zavallı çığlıklarını dinleyerek bekledi, tüm platoya korku ve hayranlık yayıyordu.

3 yorum:

  1. Hep kibar birisi saniyorduk bir gram merhameti yok :) cantasini alir umarim

    YanıtlaSil
  2. Ayakta kalabilmek için bu yolda herşey mubahtir ona dokunani dokunuyor olması gerektiği gibi bence

    YanıtlaSil
  3. Off ki yolunu kapatti adamin adam cöp

    YanıtlaSil